HÜZZAM MEVSİMİNDE “ON BİRİNCİ KÖY”E TAŞINDI
-ADANA-
Tratalar geçiyordu evinin önünden. Uzun bir kayık, tam ortasına oturmuş balıkçı… Hem gidiyor hem düğüm atıyordu ağlara. Arkasında beyaz köpükler kalıyordu.
Yazlıkçılar dönmüştü. Kırlangıçlar kasabadan gitmişti.
“Bu aylarda renk çiçekten ayrılır; güneş kumdan, menekşe kırmızıdan, bahçeler şarkılardan, salkım asmadan, yaprak dalından” diyordu.
Bir boş salıncak, rüzgârla terasta sallanıyordu.
HÜZÜN GÜNLERİ
“Ayrılık mevsimidir bu aylar” diyordu.
“Her sene bu aylarda ben ‘ayrılık’ yazımı yazarım” diyordu.
Hüzün günleriydi, yaş gözden ayrılıyordu.
Küçük köpek kaç gündür arkadaşını arıyordu kumsalda. Arada bir koşuyordu kendi kendine. Koşunca arkadaşı gelecek sanıyordu.
Nereden bilsin ki bu mevsim ayrılık zamanıydı.
İLK YAĞMURLAR
Bir yerlere mevsimin ilk yağmuru yağmıştı. Çatılarda tıkır tıkır… Küçük gölcükler oluşmuştu sokakta. Serçeler saçak altlarına sığınmışlardı.
“Bu sonbahar yağmurları, sanki doğanın ayrılıklara ağlayışıdır” diyordu.
“Yaz aşklarında bugünlerde tenler ayrılır” diyordu.
Ne çok giden olmuştu. Ne çok el sallanmıştı bu mevsimde. O ne çok veda idi. Bu mevsimde ne çok “Beni unutma!” vardı.
BİR AYRILIK ŞARKISI
Ayrılık mevsimiydi bu aylar.
Aklında bir hüzzam şarkı kalmıştı, bir de ayrılıkların sızısı:
“Böyle mi esecekti son günümde bu rüzgâr/ bütün kuşlar vefasız, mevsim artık sonbahar/ unutmuş ellerimi eşim, dostum, sevdiğim/ kalbim acılarla hep bölünmüş dilim dilim/ bütün kuşlar vefasız, mevsim artık sonbahar.”
DOKUZ KÖYDEN KOVULUNCA
Doğruyu söylemişti yıllarca, dokuz köyden kovulmuştu.
“Onuncu Köy”de yazdı yazılarını, orada paylaştı ülkesinin yürek sızılarını.
Dün akşam vaktinde, hüzzam mevsiminin hüzünlü bir saatinde, “On Birinci Köy”e taşındığının haberi geldi.