GÜZ YOLCUSU
-ADANA-
Sabah gün ağarırken varıyorum Ankara’ya. Hava ayaza kesmiş, sıcaklık bir ya da iki derece. Kendimi hemen otobüs terminalinde bir kafeye atıyorum. Sıcak bir şeyler içsem iyi olacak diye düşünüyorum. Yaklaşık bir saat oturuyorum kafede. Sıcak ortam iyi geliyor. Sonra kafeden çıkıp metroya biniyorum. Kızılay İstasyonu’nda ineceğim. Gerçi otobüs terminalinden Kızılay istikametine seyreden bu hattın ismi ‘Ankaray’; ama olsun, ben yine de ‘metro’ diyeyim.
Şehrin yavaş yavaş kalabalıklaşmaya başladığı dakikalar… Metro da kalabalıklaşıyor istasyon istasyon. Önce tek tük insanlar, ardından yoğun kalabalık. Kızılay İstasyonu’nda iniyorum. İstasyonun Karanfil Sokak çıkışını ararken Ankara Büyükşehir Belediyesi’nin bir fotoğraf sergisini görüyorum. Şaşırıyorum. Sonra insanların mantolu paltolu halleri, kadınların o endamlı yürüyüşleri… Çok hoşuma gidiyor.
Yürüyen merdivenle Karanfil Sokak’a çıkarken ayazın o keskin “dokunuşlarını” yanaklarımda, kulaklarımda, ellerimde yeniden hissediyorum. Sanıyorum hava gün boyu böyle soğuk ve kapalı olacak.
Gazete bayiinden bir deste gazete alıyorum. Satıcı, yüzüme tuhaf tuhaf bakıyor. Gülümsüyorum. “Gün boyu okuyacak çok zamanım olacak” diyorum. O da gülümsüyor, belki de gülümser gibi yapıyor. Ardından bir simitçiye giriyorum. Çay eşliğinde simidimi yerken dışarıyı seyrediyorum. İnsanlar bir koşuşturma içerisinde. İşlerine mi geç kalıyorlar, yoksa ayazdan mı böyle hareketliler; ayırt edemiyorum. Malum, günlerden pazartesi… Haftanın ilk iş günü… Ellerinde çantası olanların isteksizliği hemen yüzlerinden anlaşılıyor.
“Haftanın ilk iş günü, senin ne işin var orada?” diye sorabilirsiniz bana, haklı olarak. Bir işim yok. Sadece kafa dağıtmak için geldim Ankara’ya. Akşam da döneceğim. “Nasıl, kalmayacak mısın?” diye de sormayın, düşünmüyorum. Ankara’ya sadece Karanfil Sokak’ta bir-iki turlamak, gevrek simidinden yemek, bir kafesine oturup bu yazıyı yazmak için geldim. Evet, bunun için geldim. Arada bir böyle “değişiklikler” yapmak gerekiyor, iyi geliyor. Altı saatlik otobüs yolculuğu da çok iyi geldi, örneğin. Gecenin 12’sinde hareket etmek, yaşadığın şehri gece tam 12’de -bir günlüğüne de olsa- terk etmek hissi de güzeldi. Akşam bir altı saatlik yolum daha olacak. Bu şehri de gece tam 12’de terk edeceğim.
Ekimden kasıma yolculuğa çıkmak gibi oluyor bu kısa yolculuk benim için. Bir ekim gününde başladığım bu yolculuğu bir kasım gününde sonlandıracağım. Bir yanım ekim yolcusu olarak kalacak, diğer yanım kasım yolcusu… Otobüs terminallerinde yolculara, “Ankara yolcusu kalmasın!”, “Adana yolcusu kalmasın!” diye seslenen görevliler gibi ben de kendi içimdeki yolcuya sesleneceğim: “Ekim yolcusu kalmasın!”, “Kasım yolcusu kalmasın!”…
Ekim yolcusu kalmadı. O, yol aldı. Şimdi sıra kasım yolcusunda…
________________________________
Not: 10 yıl önce yazılmış bir yazı…