YAŞAM 

‘GÜLÜN ÖLÜM YÜZYILI’NDA ‘ATLARI MAHMUZLAYAN’ RÜZGÂR

Ekvadorlu şair Jorge Carrera Andrade, o sabah, kuşlara kullandıralım diye yaşam öyküleri anlatıyordu bize. “Gülün ölüm yüzyılında doğdum,/ makine, melekleri çoktan kovalamıştı” diyordu şair.

Son faytonun geçişine bakıyorduk hep birlikte; faytonla birlikte ağaçların geçişine, çalılıkların geçişine. Yeni evler geliyordu onların yerine. Yüzyılın eşiğindeydik.

Şair, şöyle devam ediyordu:

Sessizliğin gevişini getiriyordu inekler,/ rüzgâr, atları mahmuzluyordu.

‘KOKULU KABUĞUNA SARINIRDI ANANAS; ÇIPLAK MUZ, İPEKLİLER GİYERDİ…’

Akşam olmaktaydı. Bir haziran günü, Ekvadorlu şairin dizeleriyle Güney Amerika iklimini solumaya başlamıştık. Şair, annesinden konuşuyordu; annesi için, “Akşamüstünün güneşini giyinmiş,/ derin bir gitarın içine koymuştu gençliğini,/ bazı geceler müziğe, ışığa, sözcüklere bürünüp/ çocuklarına göstermekle yetiniyordu onu” diyordu.

Şair, “Durmadan şişerdi havanın büyük yelkeni” dediği bir vakit, göğün kıyısındaki sıradağlarda arpa avuçlayan adamlara bakıyordu; göğe gömülen atlılara, mango kokulu kıyılara giden ve böğüren ineklerle dolu vagonlara bakıyordu.

Devam etti anlatmaya:

Vadi oradaydı işte, çiftlikleriyle,/ horozlardan süzülürdü alacakaranlık,/ batıda usul usul dalgalanırdı/ şeker kamışının sancağı ve kakao/ bir sandıkta saklardı gizli definesini,/ kokulu kabuğuna sarınırdı ananas;/ çıplak muz, ipekliler giyerdi.

Hepsi gitti şimdi” diyor şair, derin bir hüzünle; belleği, bir su zambağına benzetiyor:

Gitar, şarkıların tabutu sadece,/ başı yaralı horoz ağıt yakıyor./ Bütün melekleri göç etti yeryüzünün,/ kakao ağacının kara meleği bile.

‘BİR EŞEK… DORUĞU GÖSTERİYOR, İYİMSER KULAKLARI…’

Jorge Carrera Andrade’den sonra Arjantinli şair Jorge Luis Borges, “akşamla renkleri yorulan” bir avludan söz etti bize. Şaire göre, dolunayın büyük aydınlığı, alıştığı göğü büyütemiyordu artık. Avlu; göğün uzantısıydı, tanrının yüreklere baktığı bir pencereydi ya da taşan göğün eve aktığı bir yamaçtı.

Şair, şöyle devam etti:

Sessizce/ ölümsüzlük bekliyor yıldızlar kavşağında./ Yaşamak ne güzel sıcak dostluğunda/ dehlizin, saçakların, sarnıcın.

Porto Rikolu şair Luis Muñoz Marín, “atları mahmuzlayan” rüzgârdan bahseden yazımız için bize şunları fısıldadı:

Bir eşek/ dağa tırmanıyor/ ağır ağır,/ heybelerin altında titreyerek./ (Doruğu gösteriyor/ iyimser kulakları.) // Bir duvarcı/ tuğla koyuyor tuğla üstüne./ (Mırıltısı tekdüze,/ bitmek bilmiyor.) // Tanrı/ yıldızlara vermiş kendini./ (Derin bir sessizlik içinde.)

Kübalı şair Eugenio Florit ise, bir haziran sabahında, ölü bir kelebek için ağıt yaktı:

Sevincin, uçuşta;/ tedirginliğin, havada;/ yaşamın, havada uçuşta güneştedir. // Ne kadar küçüktür ölümün/ diri ateşin ışığında!/ Sayfalar arasındaki kanatların/ ne kadar sessiz ve incedir. // Ve senin o suskun ölümünde/ o düşsüz düşlerinde senin,/ ne büyüler karıştı havaya,/ ne hüzünler karıştı, kim bilir.

‘YAĞMUR NEREDE, KUŞLAR NEREDE, HANİ?’

Gülün ölüm yüzyılı”nda “atları mahmuzlayan” rüzgâr, şimdi “korona” çağında bir haziran günü, Akdeniz ikliminin rutubetli sabahını serinletiyor. Belki birazdan yağmuru da başlatacak.

Brezilyalı şair Augusto Frederico Schmidt, bir haziran sabahında tanrıya, gün doğumu için, kırların görünüşü için; günün çiyle ıslanmış ilk yemişlerini sunan, ağır ağır yayılan ışıklar için şükrediyor.

Şilili şair Pablo Neruda ise, sabahın ilk saatlerinde bize şunları söylüyor:

Soracaksınız: Leylaklar nerede, hani?/ Gelincik yapraklı metafizik nerede?/ Sözcüklerine incecik delikler açıp/ onları saçan yağmur nerede?/ Kuşlar nerede, hani? // Soracaksınız: Şiiri neden/ düşleri anlatmıyor, yaprakları/ ve büyük yanardağlarını ana yurdunun?

Bu yazıya yorum yapamıyorsanızlütfen Facebook hesabınıza giriş yapınız
Paylaş:

Benzer yazılar