POLİTİKA 

“‘GEZİ’ İLE ÖN YARGILARIMIZI YIKTIK, BİRBİRİMİZE DAHA ÇOK YAKINLAŞTIK”

Mayıs özgürlük emek, haziran ‘Gezi’ demek/ yeşerip orman gibi kol kola girebilmek. // Yanıyor içten içe baştan ayağa yürek/ yanağında bir gülüş, umudu büyüterek. // Daha yeni başladı, bir çağı ateşledi/ yeni yetme ömrünü, ömrüme bağışladı. // En güzel çocuklar gidiyorsa zamansız/ yürekte bu fırtına, sürer amansız.” – Onur Akın şarkısı…

Başlıktaki ifadeyi, Taksim Gezi Parkı direnişinin Adana Atatürk Parkı ayağındaki pasif direnişin temsilcileri kullanıyor.

Onlar küçük bir grup.

Ne bir siyasi parti ne bir sendika ne de bir sivil toplum örgütü üyesi.

Onlar sadece siyaset üstü duruş sergileyen sivil direnişçiler.

Üstelik kendiliğinden oluşan bir direnişçi grubu…

Tıpkı Taksim Gezi Parkı’ndakiler gibi…

Çadırlarını kurmuşlar, orada bulundukları süre zarfında hiçbir yürüyüşe katılmamışlar, sadece direnişlerini sürdürmüşler.

Ta ki geçtiğimiz cumartesiyi pazara bağlayan gece, sabaha karşısına kadar.

Yani tıpkı Taksim Gezi Parkı’nda olduğu gibi, çadırları tarumar edilene kadar…

“DİRENİŞTEN NEMALANAN SİYASİ PARTİLER, POLİSLER GELDİĞİNDE ‘İLK KAÇANLAR’ OLDULAR”

Onlarla Atatürk Parkı’nda konuşuyorum.

Çok üzgünler.

Yaklaşık olarak on gündür oradaydılar.

Şimdi çadırlarının yerlerinde yeller esiyor.

Onlarsa hüzünlü gözlerle bakıyor esen yellere.

Buraya ilk gelen bizdik” diyorlar ve ekliyorlar:

Önce bir-iki kişi bir çadır kurduk, sonra yine bizim gibi birkaç kişi daha geldi, sonra onlarla tanıştık ve biz çadır kurdukça sivil toplum örgütleri, sendikalar, siyasi partiler de gelmeye, çadır kurmaya başladılar. Bu direnişten nemalanan siyasi partiler oldu. Bu direniş sadece kendilerininmiş gibi bir tavır sergilediler. Bizleri de kendi aralarına almak istediler, kabul etmedik. Polisler Atatürk Parkı’na geldiğinde ise ‘ilk kaçanlar’ da yine onlar oldu. En başta Atatürk Parkı’na gelen bizler, parktan ayrılan son kişiler olduk. Polisler 200 kişi geldiler, bizlerse sadece 10 kişiydik. Direnmedik.

“ÖNCE PARKIN IŞIKLARINI SÖNDÜRDÜLER”

İçlerinde bu zamana kadar kendilerini politik kabul edenler de var, apolitik olduklarını söyleyenler de.

Ama bunun o kadar da önemli olmadığını ifade ediyorlar.

Reyhanlı’da patlayan bombaların ve ortalıkta diri diri çatlayan insanların bardağı taşıran son damla olduğunu, Gezi Parkı olayının da bu eylemi perçinlediğini söylüyorlar.

Çoğunun ailesi onların bu eyleme gidişlerini kabul etmemiş; ama onlar dinlememişler.

Ve bir haftayı geçen sürede tüm Türkiye’de olduğu gibi Adana’da pasif direnişin simgesi oldular.

Polislerin geldiği geceyi de şöyle anlatıyorlar:

İstanbul’da Gezi Parkı’na polislerin girdiğini öğrendiğimizde tedirginliğe kapılmadık diyemeyiz. Buraya da geleceklerini biliyorduk. Ama zamanı kestiremiyorduk. Gezi Parkı’na müdahale öğrenildiği andan itibaren insanlar balkonlarından tencere-tava çalmaya başlamışlar, bir kısım insan da sokağa dökülmeye başlamıştı. İlerleyen saatlerde Kasım Gülek Köprüsü üzerinde, yürüyen insanlara polisin müdahale ettiğini öğrendik. Artık geliyorlardı. Önce siyasi partilerin temsilcileri ayrıldı parktan, sonra diğerleri. Eğer orada kalsalardı, 150 civarında kişi olacaktık. Ama polisler geldiklerinde çok az kişi kalmıştık. Zaman gece yarısını geçmişti. Önce parkın ışıklarını söndürdüler. Yaptığımızın yasal olmadığını dile getiren polisler, direnmememizi ifade ettiler. Ellerinde sopalarla çadırlarımızı, kitaplarımızı, erzakımızı dağıttılar, bu esnada polis kameraları da kayıttaydı.

“ÇAPULCU KÜTÜPHANESİ’Nİ DAĞITTIKLARINDA ÇOK AĞLADIK”

Başbakanın bu eylemleri gerçekleştirenlere “Üç-beş çapulcunun işi” söylemi karşısında tüm Türkiye’de başlayan “çapulculuk” furyası burada da baş göstermişti.

Çapulcu Kütüphanesi kuruldu ve sağdan soldan bir sürü kitap geldi.

Pasif direnişe kitaplar da katılıyordu.

Polisler geldiklerinde kitapları da topladılar.

Ardından pasif direnişçilerin gözyaşları başlayacaktı:

Biz burada sadece direnmedik. Burada ‘bir’ olmayı, yardımlaşmayı, dayanışmayı öğrendik. Sağdan soldan insanlar bize yemek, erzak yardımında bulundu. Sürekli gelip bir şeye ihtiyacımızın olup olmadığını sordular. Bir zaman geldi, burada yemek saatlerimizde uzun yeryüzü sofraları kurduk. Evsizler, barksızlar, sokak çocukları hepsi geldi, hep beraber aynı sofrada oturduk. Hayatlarında hiç kitap okumamış insanlar, Çapulcu Kütüphanesi’nden aldıkları Penguen dergilerini okuyup kahkahalara boğuldular. Ama polisler Çapulcu Kütüphanesi’ni dağıttı. Kitaplarımızı götürdüler. En çok da o kitapların götürülmesine üzüldük. Çok ağladık. Ve biliyoruz ki, o kitapları yakacaklar, bize iade etmeyecekler. Zaten hep kitaplardan korktular.

“AY, BU RESMEN DEVRİM, AYOL!”

Biliyor musunuz?” diye soruyor direnişçilerden biri: “Ne kadar çok ön yargılarımız varmış…

Ve ekliyor:

Biz burada ön yargılarımızı yıktık. Buradaki arkadaşlarımızla burada tanıştık. Şimdi birbirimize kenetlenmiş durumdayız. Şimdi birbirimize gözü kapalı güvenir vaziyetteyiz. Burası bize bunu öğretti. Toplumun farklı kesimlerinden insanlardık oysa. Farklı tercihlerimiz, farklı zevklerimiz vardı. Ama bunların hiçbiri ‘bir’ olmamıza engel değildi, engel olmadı. Burada, Adana’nın güney mahallelerinden de gelen ‘çapulcu’ arkadaşlarımız vardı. Burada aileleri tarafından çalıştırılan ve Atatürk Parkı’nın müdavimleri olmuş ‘minik’ kardeşlerimiz de vardı. Ateist olanlarımız, dindar olanlarımız vardı. Transseksüellerimiz, eşcinsellerimiz vardı ve en önde direnenlerimiz yine onlar oldular. Özellikle onlardan hoşnut olmayan arkadaşlarımız onları tanıdıktan sonra onları çok sevdi ve çok iyi arkadaş oldular. Eşcinsel bir arkadaşımız, yaşadığımız bu atmosferi, ‘Ay, bu resmen devrim, ayol!’ diye özetliyordu. Evet, biz farklılıklarımızdan bir ‘devrim’ yaratmıştık. Ve yarattığımız o ‘devrim’e sımsıkı sarıldık.

“155’İ ARADIK; 5 GÜN OLDU, HÂLÂ EKİP GÖNDERMEDİLER”

Atatürk Parkı’nda yaşadıkları sıkıntılardan da bahsediyorlar.

En önemli sıkıntılarından birinin bilgi kirliliği olduğunu söylüyorlar.

Fısıltı gazetesinin kaç kere Taksim Gezi Parkı’nın dağıldığından, polislerin bir sürü insanı gözaltına aldığından bahsettiğini; ama bunun asılsız olduğunun ise çok geçmeden anlaşıldığını ifade ediyorlar.

Tabii, bu yanlış bilgilendirmeler ortamı iyice geriyor.

Bir diğer sıkıntı ise, güvenlik…

Nitekim geceleri alkolü fazla kaçıran ya da uyuşturucu kullanan, pasif direnişçilerden bağımsız kişiler ortamda terör estiriyor.

Bıçak çekmeler, silah çekmeler…

Korku ve endişe dolu dakikalar…

Güvenlik güçlerine başvurmadınız mı?” diye soruyorum.

Hemen yanıt geliyor:

155’i aradık. ‘Siz direnen kişiler misiniz?’ dediler. ‘Evet’ dedik. ‘Hemen ekip gönderiyoruz’ dediler. Ama 5 gün geçti, hâlâ ekip göndermediler.

ADI “DİRENİŞ” OLAN KEDİ

Atatürk Parkı’nda insani ve vicdani her bir şeye tanık olabiliyorsunuz.

Paylaşım, yardımlaşma, dayanışma, dostluk…

Adana Barosu avukatları pasif direnişçilere hukuki hakları konusunda sürekli bilgilendirmeler yapıyor.

TMMOB’ye bağlı odaların temsilcileri hep oradalar…

Çukurova Üniversitesi’nden birçok akademisyen onların yanında yer alıyor.

Bu zamana dek gençlikten umudunu kesmiş pek çok yetişkin, gençlerle gelip sohbetler ediyor.

Ve Atatürk Parkı’nda bir kedi…

Gözlerinde sorun olan bir kedi…

Veteriner eşliğinde tedavi ediliyor.

Gözleri açılıyor ve pasif direnişçilerin arasında geziniyor.

Direniş” koyuyorlar adını.

Adı “Direniş” olan kedi pasif direnişin simgelerinden biri oluyor.

“AKKAPILILAR BURAYA GELMEK İÇİN ÜÇ GÜN BOYUNCA POLİSTEN DAYAK YEDİ”

Ve tabii, bir de Akkapı Mahallesi’nden Atatürk Parkı’na yürümek isteyen direnişçiler var.

Onlar aktif direnişçiler.

Onlar buraya gelmek için üç gün mücadele ettiler.

Herhangi bir kamu malına zarar da vermiyorlardı üstelik.

Yalnızca yürüyüp Atatürk Parkı’na ulaşmaktı hedefleri

Karşılarında polisler kadar eli satırlı kesimler de vardı.

Ve sonraki günler Atatürk Parkı’nda onlar da pankart açtılar.

Atatürk Parkı’ndaki pasif direnişin temsilcileri onlar için de konuştu:

Akkapılılar buraya gelmek için üç gün boyunca polisten dayak yedi. Ama sonuçta geldiler. Şimdi onlar bizlerle, biz onlarlayız.

PASİF DİRENİŞTEN AKTİF DİRENİŞE!

Polis, Atatürk Parkı’nı dağıttıktan sonra çadır döneminin bittiğini söylüyor pasif direnişin temsilcileri.

Şöyle devam ediyorlar:

Artık sokaklarda duyuracağız sesimizi. Ama ortalığa zarar vermeden… Sadece yürüyeceğiz. Sloganlar atacağız. Şarkılar söyleyeceğiz. Gerekirse tazyikli su, biber gazı da yiyeceğiz. Ama durmayacağız, durulmayacağız. Başbakana aslında bu konuda teşekkür etmeliyiz. Her gün kullandığı sert dil ve takındığı sert üslup bizi daha da keskinleştirdi. Dileriz, Başbakan bu üslubunu değiştirmez.

“UNUTULMAK İSTEMİYORUZ”

En büyük korkularının ise unutulmak olduğunu söylüyorlar.

Haksız da değiller.

Çünkü unutkan bir toplumuz.

Unutuyoruz.

Ama unutmamalıyız, bu direnişçileri unutturmamalıyız.

Gerek sözü yazıya dökerek, gerek söylemleri görüntü haline dönüştürerek, gerekse de fotoğrafları albümleştirip basılı hale getirerek…

Belki bir belgeselle, belki bir kısa filmle tüm bunları ölümsüzleştirerek…

Unutturmamak adına sürekli bir şeyler yapmalıyız.

Farklı fikirler bu kadar bir araya gelmişken, ben bu unutturulmamanın gerçekleştirileceğine inanıyorum.

Yürekten inanıyorum.

________________________________

Not: 8 yıl önce yazılmış bir yazı…

Bu yazıya yorum yapamıyorsanızlütfen Facebook hesabınıza giriş yapınız
Paylaş:

Benzer yazılar