DÖKÜLÜR DALIMIZDAN VE DİLİMİZDEN GÜZ GAZELLERİ
-ADANA-
Yıllar yıllar önce okuduğumuz yazılar öyle anlarda hatırlatır ki kendini, içimizin en çok acıdığı anlarımızda merhem olur yaralarımıza; duyduğumuz acıyı ifade eder, içinden, altını çizdiğimiz birkaç satır cümle dile getirir hislerimizi…
Sürekli geçmişe dönmek isteriz, sürekli geçmişte bizi bugün için iyileştirecek sözcükler ararız…
Yeri gelir kendi yazılarımızdan, yeri gelir başka yazılardan alıntılar yaparız…
Geçmiş günlerden şimdiki günleri duyumsarız…
* * *
“Yüzlerimiz, sözlerimiz, benliklerimiz yaralardan mı bina edilir aslında?” diye sorar yazar – nereden baksan yirmi yıllık bir geçmişi var.
“Acaba şekilsiz mi olurdu ağzımız, seslerimiz, ellerimiz; yaralarımız hiç olmasa?”
İçimiz yanmıştır bir kere, yaralarımız mevsimin hazanındandır…
Yazara göre insanlar birbirlerini yaralarından mı tanır?
Belki de sırf bu yüzden kıymetlidir vaktiyle canımızın acımış olması…
Bizi biz yapan, görünen ve görünmeyen izlerimizin yüzümüze, gözümüze, içimize, kalbimize kaydolması ve gövdelerimizi adlandırması…
* * *
Mevsim şimdi hazandır…
Geçmişten bugüne uzanan, bizimle gelen izler, geçmişin izleri sonbaharda sararıp dökülen, ilkbaharda cemrelerle birlikte yeniden yeşermeye başlayan yapraklarımızdır…
Şimdi dökülme mevsimidir…
Dışımız dökülür, içimiz dökülür, iç-dış dökülürüz…
Kışa çırılçıplak kalırız…
İçimiz üşür, dışımız üşür, biz kaskatı kesiliriz…
Yaralarımız buz tutar…
Biz buz tutarız…
Yüzümüz, gözümüz, içimiz, kalbimiz, gövdelerimiz buz kesiği olur…
Mevsim sarı güzden kara kışa dönecektir artık…
Her tarafımız yara bere içindedir…
* * *
“Düşen yapraklar acıtsa da ağacın canını, onlar yerlerine yapışmaz ki! Yaralar alınmamış gibi yapılmaz ki!” diye diye ve yaza yaza meramını anlatmaya devam eder kadim yazarımız…
Düşen yapraklarımız canımızı acıtmayı sürdürür…
Yaralarımız kabuk bağlasa da içten gelen sızısı hep kalır…
Zaman zaman hatırlatır kendini, zaman zaman içli içli ağlatır…
Yüzümüz, gözümüz, içimiz, kalbimiz, gövdelerimiz sızım sızım sızlar günler boyu…
Biz sızlarız…
Adına güz sızısı deriz, adına kış sızısı deriz…
Ve yaşar gideriz…
* * *
Güz mevsiminin son demleri şimdi…
Mevsim son sarı, turuncu, kırmızı gazel zamanlarını yaşıyor; artık önce griye, sonra beyaza dönüşecek tüm renkler…
Sonbaharın renk cümbüşü kışın beyaz ıssızlığını solumaya başlayacak çok yakında…
Ve kadim yazarımız yazmayı sürdürürken bu sefer kış mevsiminin güzelliğini anlatacak bizlere:
“Mevsimlerin en merhametlisidir kış. Evin mevsimi; sarılmanın, sarınmanın, sarmalanmanın… Uzun çayların, derinlemesine yemeklerin, etraflıca içmelerin mevsimi… Karşılaşmaların değil buluşmaların, sıcak olan her şeye doğru neşeyle yönelmenin, böylece hep beraber ılımanın mevsimi…”