ÇUKUROVA’DA MİS GİBİ BAHAR, MİS GİBİ PORTAKAL ÇİÇEKLERİ!
-ADANA-
Sabah, gazetede okuduğum pazar yazısı şöyle başlıyordu:
“Puslu, serin bir Akdeniz sabahını yazmak istedim bugün. O yarı aydınlık geceyi, şafağın söküşünü, kentlerin hareketlenmesini… Köleliğe dönüşmüş bir özlemi, düşlerde belleklerde kalmış bir tutam sevgiyi nasıl anlatabilirim Akdeniz şehirlerini yazarken? Yüreğimizin içinde kopan fırtınaları… Yaşamı, aşkı, özgürlüğü… Kimi kaçışları, umutların tükenişini…”
Pazar yazısı duygularımı okşarken ben bir bahar sabahında omzuma konmuş kuşlar hayal ediyorum. Gagalarıyla boynumu gıdıklayışlarını, beraberinde attığım kahkahayı, çevremde uçuşup durmalarını…
* * *
Sabahın erken saatlerinde balkondan caddeyi izliyorum. Kaldırımlarda yürüyen birkaç adam, durakta otobüs bekleyen bir kadın, kahvaltılık simit satan bir çocuk görüyorum. Sonra gökyüzüne bakıyorum uzun süre. Aklıma, okuduğum pazar yazısının şu satırları geliyor yeniden:
“Güneşin tırnakla yırttığı gece, lacivert rengini gittikçe yitirip, önce kırmızılaşıp, ardından da mavileşiyordu. Gecenin taşlarına bağlanmış bir sarmaşık gibiydi her şey gün ağarırken.”
Laciverdi, kırmızıyı, maviyi fiilleştirmeye başlıyorum gökyüzüne bakarken. “Lacivertleşen bir gökyüzü!” diyorum: “Kırmızılaşan bir gökyüzü!”… “Mavileşen bir gökyüzü!”…
Akreple yelkovan birbirini kovaladıkça, renkler de birbirini kovalamaya başlıyor o vakit. Önce lacivertleşerek kırmızılaşıyor, ardından da kırmızılaşarak mavi mavi oluyor.
* * *
Dışarı çıkıyorum. Havada rutubet var. Belki az sonra yağmur da başlayacak. Gök gürültüsü, derin sessizliği bozacak. Düşünmeksizin yürüyorum kaldırımlarda. Portakal çiçeklerinin kokusu Çukurova’da baharı müjdeliyor. O müjdeleyici kokuyu içime çekiyorum. Yüreğimde kıştan kalan buzlar erimeye başlıyor. Baharın ışıltısı gözlerimi kamaştırıyor.
Yağmur hafiften atıştırmaya başladı bile. Toprak, kendini kokulaştırıyor. Yağmur ve portakal çiçeği parfümlü bir koku bu! Mis gibi bahar kokuyor. Yağmur hafif, fakat iri iri yağıyor. Yağmur damlaları yere düştüğünde kocaman kocaman ıslaklıklar oluşturuyor yerde. Gökyüzünde bulutlar da renk değiştiriyor şimdi. Önce beyazlaşıyor, sonra grileşerek siyah siyah oluyor.
* * *
Akdeniz’in bahar iklimini soluyor Çukurova. Toros dağlarındaki karlar erimeye başlıyor. Dağların eğimli yamaçlarında kuzeyden güneye, menderesler çize çize suluyor Çukurova’nın bereketli topraklarını. Dağ yamaçlarındaki köylerde pınar olup besliyor Çukurovalıları. Buz gibi, bıçak gibi keskin!
Akdeniz, diğer bölgelerden önce karşılıyor baharı. O yüzdendir ki, bahar en güzel tarafını Akdeniz’e gösteriyor. Kırlarda, çiçekler arasında bir erkek, bir kızı öpüyor gözlerini kapayıp. Baharın salıncakları sallanıyor parklarda bahçelerde. En güzel mevsimin çocukları bisikletlerini pedallıyor.
Onları gördükçe, onları düşündükçe içimin de çocuklaşası geliyor. Onlar gibi koşmak, onlar gibi saklambaç oynamak, onlar gibi özgür olmak istiyorum.
* * *
Sabahın erken saatlerinde balkondan caddeyi izlemeyi sürdürüyorum.
Kim bilir belki de hiç dışarı çıkmadım ben bugün. Belki Akdeniz ikliminin dans ettiği coğrafyalarda da değilim, bir erkek bir kızı da öpmüyor gözlerini kapayıp. Belki bir düştü benimkisi. Belki dışarıda yağmur da yağmıyordu; baharın çocukları için yapılmış salıncaklar, tahterevalliler, kaydıraklar hep bir düzmeceden ibaretti.
Ama gerçek olan bir şey vardı ki, bahar bu sabah penceremizi tıklatmıştı ve bizi çok mutlu etmişti.
O halde soralım Abidin’e: Acaba mutluluğun resmini yapabilir miydi bizim için? Anlatabilir miydi içimizden geçenleri dışımızdakilere?
________________________________
Not: 12 yıl önce yazılmış bir yazı…