‘BEN GÜZEL GÜNLERİN ŞAİRİYİM, SAADETTEN ALIYORUM İLHAMIMI’
-ADANA-
Melih Cevdet Anday, “Ben güzel günlerin şairiyim/ saadetten alıyorum ilhamımı/ kızlara çeyizlerinden bahsediyorum/ mahpuslara affı umumiden/ çocuklara müjdeler veriyorum/ babası cephede kalan çocuklara” dizelerini şöyle bitiriyor:
“Fakat güç oluyor bu işler/ güç oluyor yalan söylemek.”
“Bir buluşma yeridir şimdi hüzünlerimiz/ biz o renksiz, o yalnız, o sürgün medüzalar/ aşar söylediklerimizi çeker gideriz/ ülkemiz, toprağımız her şeyimiz” diyen Edip Cansever de, başka bir şiirinde şunları söylüyor:
“Dağılmış pazaryerlerine benziyor şimdi istasyonlar/ ve dağılmış pazaryerlerine memleket/ gelmiyor içimizden hüzünlenmek bile/ gelse de/ öyle sürekli değil/ bir caz müziği gibi gelip geçiyor hüzün/ o kadar çabuk/ o kadar kısa/ işte o kadar.”
‘YERYÜZÜNÜN UMUDU UYUTMADIĞINDA…’
Yeni bir yıla yeni umutlar besleyerek başlamış olsak da yine umduğumuzu bulamıyoruz. Hüzünler hep asılı kalıyor dudaklarımızda. Depremler, çığ felaketleri, pistten çıkmalar, ölümler, şehit düşmeler, gözyaşları… Şimdi ise koronavirüs günleri… O kadar çok acıtıyor ki içimizi, öylesine ağlatıyor ki bizleri içli içli…
Oysa “kara” bir kışın ardından tabiat uyanıyor şimdi. Baharın müjdeleyicisi cemreler önce havayla, sonra suyla, ardından da toprakla buluştu. İçimizi ısıtmaya, üstümüzdeki karamsarlık bulutlarını dağıtmaya ihtiyacımız var. Umutlu olmaya, aşka tutulmaya, naçizane mutluluğa… Ve belki de şiirlere tutunmaya… O zaman tutunalım.
Bir Arif Damar şiirine tutunalım:
“Yeryüzünün umudu uyutmuyor beni/ uyutmuyor umudu yeryüzünün/ şöyle birazcık dalacak olsam hani/ gündüzün aydınlığı uyandırıyor/ yakamı bırakmıyor gecenin yıldızı/ ilk yıldızı gecenin.”
Ya da bir Ahmed Arif şiirine:
“Haberin var mı taş duvar/ demir kapı, kör pencere/ yastığım, ranzam, zincirim/ uğrunda ölümlere gidip geldiğim/ zulamdaki mahzun resim/ görüşmecim yeşil soğan göndermiş/ karanfil kokuyor cigaram/ dağlarına bahar gelmiş memleketimin.”
‘İNSANLARDA TEK SICAK KANUN’
Belki de âşık âşık bakarken sevdiğinin gözlerine, şöyle bir şiire tutunasın gelir, tutunursun.
Bir Nâzım Hikmet şiiridir o:
“Henüz vakit varken, gülüm/ Paris yanıp yıkılmadan/ henüz vakit varken, gülüm/ yüreğim dalındayken henüz/ ben bir gece, şu mayıs gecelerinden biri/ Volter Rıhtımı’nda dayayıp seni duvara/ öpmeliyim ağzından/ sonra dönüp yüzümüzü Notrdam’a/ çiçeğini seyretmeliyiz onun/ birden bana sarılmalısın, gülüm/ korkudan, hayretten, sevinçten/ ve de sessiz sessiz ağlamalısın/ yıldızlar da çiselemeli/ incecikten bir yağmurla karışarak.”
Paris denilmişken ve mayıstan da söz ediliyorken, Fransız şair Jacques Prévert’in ‘Mayıs Şarkısı’ şiiri düşer aklına, mırıldanıverirsin:
“Eşek, kral ve ben/ besbelli geberip gideceğiz/ yarını göremeden/ eşek acından/ kral tasalarından/ bense aşktan/ üstüne üstlük/ ve de mayıs aylardan.”
Bir başka Fransız şair Paul Éluard’dan da bir şiir serpiştirirsin gecenin derinliklerine ve dersin ki:
“İnsanlarda tek sıcak kanun/ üzümden şarap yapmaları/ kömürden ateş yapmaları/ öpücüklerden insan yapmalarıdır. // (…) // İnsanlarda tek güzel kanun/ suyu ışık yapmaları/ düşü gerçek yapmalarıdır.”
Öylece kalakalırsın.
‘UMUT İLE, SEVDA İLE, DÜŞ İLE…’
Gece sabaha döndü nihayet. Gün aydı. Yağmurlu bir Çukurova sabahına uyandık. Ama yarın güneşli. Parçalı bulutlu günler geride kalacak artık, yerini güneşli umutlu yarınlara bırakacak.
Ve biz, umut şiirleri okumayı sürdüreceğiz.
Bir Metin Eloğlu şiiri:
“Haydi, uyan/ aydınlığa çık da çil gözlerin ışısın/ ilkyazlar sıcağı biriksin yüreğine/ yoksul olsan da uyan/ garip olsan da uyan/ mademki güzelsin, güzeli yaşatmak için/ mademki iyisin, iyiliği yaşatmak için/ mademki umutlusun, umudu yaşatmak için.”
Ve bir Ahmed Arif şiiri daha:
“Öyle yıkma kendini/ öyle mahzun, öyle garip/ nerede olursan ol/ içerde, dışarda, derste, sırada/ yürü üstüne üstüne/ fırsatçının, fesatçının, hayının/ dayan kitap ile/ dayan iş ile, tırnak ile, diş ile/ umut ile, sevda ile, düş ile/ dayan rüsva etme beni.”