YAŞAM 

BEKLİYORUZ SESSİZCE; YAĞMURLAR CEMRELERİ GETİRECEK…

Gülsüm Cengiz’in, şiirinde dediği gibi olacak belki de her şey; bir anda, birden: “Bir bakmışsın bahar gelmiş/ eriklerde bembeyaz çiçekler/ (…) // Bahar gelmiş ansızın/ kış çekip gitmiş sessiz sedasız./ Köşe başlarında menekşeler, laleler/ dost yüzlerde gülücükler.

Çünkü soğuk kış günlerimiz; “bir zincirin halkası gibi ekleniyor birbirine, yarı karanlık gündüzlerde ve yıldızsız gecelerde”… İhtiyacımız var: Artık her sabah aydınlığa uyanmaya… Umutsuzluk çağının sona erdiğini görmeye… Kaygılarımızın közünün küllenmesine…

Kaygılarımız dün de vardı, bugün de var ve yarın da var olacak. Ama biz; ne dünkü biziz artık, ne de yarınki biz olacağız. Biz şimdideyiz. Ve bekliyoruz. Biliyoruz ki yağan yağmur da, bizi esir alan kar-boran da elbet getirecek cemreleri ömrümüzün baharına ve düşürecek umudun orta yerine.

* * *

Yüksek kesimlerde hayatı felç eden kara kış, Çukurova gibi Akdeniz şehirlerine tatlı tatlı yağdırıyor yağmurlarını. Hangi saat olursa olsun pencerelerin camlarında hep aynı melodi. Yağmur ezgisi bazen uykuya daldırırken bazen de yepyeni bir yazının ilham kaynağı oluveriyor.

Umudun peşinden koşmaya devam ediyoruz. Yazmak, yazarken umudun güneşlerini çoğaltmak, yarınsızlığın karanlığına kırbaçlar fırlatmak belki de en güzeli, en anlamlısı. O halde yazmaya, yazarken de şairlerin dizelerini yoldaş eylemeye devam…

Ben çiçek koklamaya gidiyorum” diyor A. Kadir Paksoy, “sizin olsun/ kan kokulu haberleriniz/ onları bir daha/ duymak istemiyorum/ (…)/ başkasına anlatın/ şan şeref/ ve kahramanlıklarınızı/ ben hiçbir şey olmak istemiyorum”…

Ve devam ediyor:

Ben çiçek koklamaya gidiyorum/ başkasına imzalatın/ ölüm buyruklarınızı/ kekik keven kokulu yamaçlardan/ yamaçlarda bekleyen ağaçlardan/ bütün kalbimle/ özür diliyorum.

Şair yüreği iyi ki var, iyi ki var şairin çiçek çiçek açan dizeleri.

* * *

Hüzün tüten ocaklar kuruyoruz kara kışın ortasına. Bu kış daha çetin geçiyor. Yaşananlar kederimizi büyütüyor. Yalnızlık sessizliği perçinliyor. Daha bir içe kapanıklaşıyoruz. Kendimizleyiz. Dışarıda yağmur altındayken bile paltomuza daha çok gömülüyoruz. İç yalnızlığımızla yaşamaya alışıyoruz. Bu durum belki mutlu kılıyor bizi, belki daha da mutsuzlaştırıyor.

Cevat Çapan, “İstersen bana düşlerini anlat” diyor, “istersen sus sabahın sisli alacasında/ yollara düşerken tökezlediğin,/ dağ yamacındaki çiçekleri kokla/ ve başla gene de anlatmaya/ suyunu içmeye eğildiğin/ o keklik pınarını, uykulu kanatlarıyla/ havalanan kuşları”…

Bizim var mı anlatacağımız düşlerimiz? Sabahın sisli alacasında hangi duyguları yaşıyoruz? Dağ yamacındaki çiçeklerin kokusunu alabilecek miyiz bahar geldiğinde?

Şair, başka bir şiirinde şunları söylüyor:

Çoğu zaman/ gün doğmadan çıkıyorum yola./ Işık hızıyla geçiyorum/ karanlığın içinden/ karanlığın bağrına. // Dönerken o uzun yolculuktan/ yanardağın soğuk küllerini okşamış/ ve aylar sonra/ çıkıp gelmiş özlemin burgacından/ bakışlarında düş kıvılcımları.

* * *

Yağmur şiddetini iyice artırıyor. Ezgisi, bilmem kaçıncı uykusuna daldırtıyor birçoklarını. Bense, bir ocak gecesi, yağmurun davetkâr melodisine inat uykuya dalmayarak bu yazıyı yazıyorum.

Dışarıda yağmurun ezgisi, içeride sözcüklerin melodisi birbirine karışıyor. Ruhumu huzura daldırıyorum.

Bekliyorum sessizce; yağmurların cemreleri getireceğini biliyorum.

Tıpkı ben de Gülsüm Cengiz gibiyim:

Bekliyorum baharı,/ penceremin önünde dala konan kuşları./ (…)/ Güneşli sabahları bekliyorum/ gülerek gitsin diye işlerine insanlar.

Bu yazıya yorum yapamıyorsanızlütfen Facebook hesabınıza giriş yapınız
Paylaş:

Benzer yazılar