EDEBİYAT YAŞAM 

‘BANA BAKIYORSUN YA, KORUK TATLANIYOR AĞZIMDA…’

Bir haziran sabahının sessiz esintisinde, şiirin sonsuz atlasında hüzünler topluyorum, umutlanacak sözcükler arıyorum dizeler arasında. Arayıştayım. Koronavirüs günlerinin getirdiği ve götürdükleriyle “yaşamak” eylemi daha farklı bir anlam ifade ediyor.

Bana bakıyorsun ya/ koruk tatlanıyor ağzımda/ gecikeceğim/ şimdi üzüm mevsimi” diyen İranlı şair Granaz Moussavi’nin dizelerinde ağız tadıyla geçirdiğimiz günleri getiriyorum aklıma. Şimdi kimse için hayatın ne tadı ne tuzu kaldı. Bir belirsizlik durmadan içimizi kemiriyor. Geleceğe umutla bakmak istiyoruz oysaki. Hüzün sarmalı yaşantımız, bizi kendimize bir türlü getirtmiyor.

İranlı şairin başka bir şiiri şöyle devam ediyor:

Keşke insan eteğinden asılan toprağın/ elinden tutup götürebilseydi/ silkeleyebilseydi hafızasını istediği yerde/ ve alışabilseydi kemiklerinin çığlıklarına.

‘SAĞIR GÜMBÜRTÜLER ALTINDA…’

Hazirandayız. Mevsim yaza döndü. Sabahın ilk ışıklarında şiirle doğuyor güneş.

Bulgar şair Teodor Trayanov’un “Sağır gümbürtüler altında titrerken engin/ yıldızlar saçılıyor sis kaplı yola/ ve demir kapılardan, açılmış ardına değin,/ yeni bir gün geliyor altın tozlarla” şiiri titretiyor yüreğimizin bam telini.

Hüzünlerimiz tel tel dökülsün istiyoruz; kaygılarımız bitsin, gözyaşlarımız artık son bulsun beklentisindeyiz.

Haziran ağaçlarından umut devşiriyoruz. Kosova doğumlu Türk şair Nusret Dişo Ülkü’nün bir şiiriyle soluk alıp vermeye çalışıyoruz:

Bir fidan, körpe bir fidan/ bir ağaç, yeşil bir ağaç/ ağaç olacak bir fidan/ orman olacak bir ağaç… // Bir fidan, bir ağaç, bir de ben/ bir ormanız körpe ve yeşil/ sizin bildiğiniz gibi değil/ yeri oynatacağız yerinden. // Fidan diktim bir ağaç için/ bir orman için ağaç serdim/ koskoca bir orman verdim/ bir fidan ve bir ağaç için.

Haziran ağaçlarının umudu bu şiirle vücut buluyor ve sarıyor dört bir yanımızı.

‘KARINLARI GÜNEŞLE DOLU KISRAKLAR…’

Sessiz esintili bir haziran sabahı öğleye, ikindiye, akşama dönecek. Günler haftalar aylar böyle geçip giderken, hüzünlü içimizde kaybetmediğimiz umut bizi geleceğe taşıyacak. Hüzünle başlayacak hikâyemiz; ama sonra umutla devam edecek.

Şimdi de, bir başka Bulgar şairin, Sofia Nestorova’nın denizlerin dalgasından, fırtına sonrası sancılardan söz ettiği, belki biraz hüzünlü, belki biraz umutlu bir şiirini okumanın vakti:

Karınları güneşle dolu kısraklar/ kıyıda uysal dalgaları otlamaktalar./ Umarsız bir sevinç içindeki ihtiyar/ balığın iskeleti başında –Hemingway’de olduğu gibi–/ kamburunu eğmiş, ağlar./ Soluk renkli ceketini giymiş kadın/ midyelerin içine gizlediği yalnızlığını satıyor/ yok pahasına köprübaşında./ Akşam geç vakit balıkçılar geçecek/ ve aralarında en sarhoş olanı/ ‘Ağları yamar mısın bu gece?’/ diyecek.

Ve Alman şair Alfred Lichtenstein’in dizeleri de, sanki usul usul dem vuruyor gibi ıssızlığımızdan:

Mehtapla, ipekten bir karanlıkla geliyor akşam./ Yoruluyor yollar, enginleşiyor daracık dünyam. // Uçuşuyor bir uçtan diğer uca afyon yelleri./ Açıyorum gözlerimi birer gümüş kanat gibi. // Gövdemden ibaretmiş gibi geliyor bana dünya./ Korlaşıyor usulca kent, on bin fener yana yana. // Mum ışığını yakmış bile sofu sofu gökyüzü./ Geziyor her şeyin üstünden şu benim insan yüzü.

‘GÜNEŞTE KIRMIZI, ÜŞÜDÜĞÜNDE MAVİ, KORKTUĞUNDA YEŞİL…’

Koronavirüs günleri hazirana karışıyor. Bugünlerin en değerli eylemi belki de “nefes almak”, “nefes alabilmek”. Oysa ABD’den yükselen bir çığlık var ki – “Nefes alamıyorum!” diyordu. Adı George Floyd’tu, o çığlığın! Şimdi onun yüzü suyu hürmetine iki şiir bırakmak istiyorum buraya.

Umudu yakalamaya çalıştığım bir yazıya hüzünlü bir son vermek istemezdim.

İlk şiir, Senegalli şair Léopold Sédar Senghor’a ait:

Sevgili beyaz kardeş/ doğduğumda siyahtım ben/ büyüdüğümde siyah/ güneşte siyah/ hastayken siyah/ öldüğümde siyah olacağım. // Beyaz adam oysa sen/ doğduğunda pembeydin/ büyüdüğünde beyaz/ güneşte kırmızı/ üşüdüğünde mavi/ korktuğunda yeşil/ hastalandığında sarı/ öldüğünde gri olacaksın. // Öyleyse melez kim ikimizden?

‘ZENCİYİM BEN, AFRİKA’NIN DERİNLİKLERİ GİBİ KARA…’

İkinci şiir, Amerikalı şair Langston Hughes’ten:

Zenciyim ben./ Gece gibi,/ Afrika’nın derinlikleri gibi kara… // Köleydim her zaman./ Saray basamaklarını temizledim eski Roma’da./ Washington’da ayakkabı boyamaktayım şimdi. // Emekçiydim her zaman./ Mısır’da piramitleri kuran benim./ Benim, harcını karan gökdelenlerin. // Türkücüydüm her zaman./ Afrika’dan Missouri’ye kadar yaydım türkülerimi./ Çınlar kederli ezgisi onların her yerde./ O tamtam ritmi… // Kurbandım her zaman./ Kongo’da kırbaçla dövdüler beni./ Ve şimdi linç edilmekteyim Teksas’ta. // Zenciyim ben./ Gece gibi,/ Afrika’nın derinlikleri gibi kara…

Bu yazıya yorum yapamıyorsanızlütfen Facebook hesabınıza giriş yapınız
Paylaş:

Benzer yazılar