EDEBİYAT YAŞAM 

‘AŞKIMIZ BU BAHARIN GÜLÜCÜĞÜ, TIPKI GÜZELLİĞİN GİBİ…’

Ölüm baharı kasıp kavururken dünyayı, bu yıl çiçekleri doyasıya koklayamadık; ağıt misali kuşların en hüzünlü şarkılarını dinledik. Baharı kaçırdık. Martta, nisanda, mayısta mutluluklarımızı erteledik. “Başka bahara kaldı” dedik. Sevdalarımız hep ileri bir tarihe ötelendi. Ama umudu da bırakmadık elimizden. Bırakmıyoruz.

En büyük umudu şiirde aramayı sürdürüyoruz. Yüzyıllardır yazılıp insanlığa dokunduğu gibi, bu yüzyılda da yazılıp dokunacak yüreklere; bunu biliyoruz. Bunun bilinciyle uyanıyoruz her sabaha. Veba ve kolera günlerinde olduğu gibi korona günlerinde de şiir hep can yoldaşımız.

Yine dünya şairlerini konuk ediyoruz duygu iklimimize. 19’uncu yüzyılda doğup 20’nci yüzyılda aramızdan ayrılan şairlerle coğrafya coğrafya dolaşıyoruz. Aşkın peşindeyiz.

‘AK KARI ERİTMEYE, ÇİÇEKLER DOĞURTMAYA…’

Fransız şair Paul Éluard, dizeleriyle sevgilisi bahara olan aşkını anlatıyor:

Ak karı eritmeye gelin/ çiçekler doğurtmaya otların içinde/ hem kurtarırız güneşi de. // Hey, değişik mevsimlerin kızı!/ Toprağa bağlıyor beni ayakların/ yıllardır sana âşıklığım. // Aşkımız bu baharın gülücüğü/ tıpkı güzelliğin gibi,/ bahar kokuyor iyiliğin.

Gönlümüzün güneşini de kurtaracağız elbet bir gün. Yürek yüreğe vererek eriteceğiz buz tutmuş hislerimizi. Küskünlerimizi barıştıracağız ve hayata karıştıracağız onları. Ak kar eriyecek o vakit dağlarda, otların içinde çiçekler doğacak yeniden. Ve bizler yeni başlangıçların heyecanına tanıklık edeceğiz.

Çünkü biliyoruz ki, çiçekler ancak güneşe dönünce yüzünü, gülümserler; esen yeli ancak o zaman bilirler, serinliğin nasıl bir şey olduğunu da.

Yunan şair Konstantinos Kavafis’in dediği gibi:

Güneşin parlaklığının nasıl bir şey olduğunu/ ve nasıl serin estiğini esen yelin/ unutur çiçekçi dükkânına kapanmış/ camların altında duran çiçekler.

‘ZEYTİN DEVŞİRİYOR GÜZEL YÜZLÜ KIZ’

İspanya’dan Hindistan’a, Batı’dan Doğu’ya şairlerin şiirlerine bakalım şimdi de.

İspanyol şair Federico Garcia Lorca’ya kulak verelim önce:

Zeytin devşiriyor/ güzel yüzlü kız./ Rüzgâr, kulelerin sevdalısı/ belinden kavramış kızı. // Mavili yeşilli urbalar/ giyinmiş dört atlı/ geçti, Endülüslü./ ‘Kız, gelsene Kurtuba’ya’/ aldırdığı yok ki kızın. // Portakal rengi urbalar/ giyinmiş ince belli/ üç boğa güreşçisi geçti/ kılıçları kadim gümüşten./ ‘Kız, gelsene Sevilla’ya’/ aldırdığı yok ki kızın. // Ve dağılan ışıklarla akşam/ erguvana dönerken/ bir delikanlı geçti/ güllerle menekşelerle,/ ‘Kız, gelsene Granada’ya’/ aldırdığı yok ki kızın. // Güzel yüzlü kız/ zeytinini devşirmede,/ boz kolunu rüzgârın/ dolamış beline.

Ardından Hint şair Rabintranath Tagore konuşsun, biz susalım bir müddet:

Aç kapını aç – sabahın eri girsin/ bu ıtır kokusunu kaldır, yüreğimi dağlıyor/ aç kapını aç – bırak yakamı gideyim/ yeter bunca öptüğün/ bunca sarıldığın yeter/ bir öpüyorsun ağzın şaraplaşıyor/ eriyip kendimi yitiriyorum. // Aç kapını aç – bırak yakamı gideyim/ geri ver beni – her şey senin olsun/ senin olsun – özgür kıl yüreğimi.

‘YALNIZLIK BİR YAĞMURA BENZER’

Mayıs bitti, haziran geldi. Koronavirüs günlerinde yaşamaya devam ediyoruz. Yaşayacağız, ölmek yok. Şiirle tutunmayı sürdüreceğiz yaşama, umudumuzu kaybetmeyeceğiz.

Mesafeli olmak, artık yeni yaşam tarzımız. Daha içe dönüğüz bundan sonra. Yalnızlık daha bir anlamlı şimdi.

Praglı şair Rainer Maria Rilke, şiirinde, yalnızlığı bir yağmura benzetiyor; onun dizeleriyle son verelim yazıya:

Yalnızlık bir yağmura benzer,/ yükselir akşamlara denizlerden/ uzak, ıssız ovalardan eser,/ ağar gider göklere, her zaman göklerdedir/ ve kentin üstüne göklerden düşer. // Erselik saatlerde yağar yere/ yüzlerini sabaha döndürünce sokaklar,/ umduğunu bulamamış, üzgün yaslı/ ayrılınca birbirinden gövdeler;/ ve insanlar karşılıklı nefretler içinde/ yatarken yatakta yan yana: // Akar, akar yalnızlık ırmaklarca.

Bu yazıya yorum yapamıyorsanızlütfen Facebook hesabınıza giriş yapınız
Paylaş:

Benzer yazılar