ARALIK ARALIK ARALADIĞIMIZ GECELERDE İÇİMİZİ ISITAN ŞEYLER
-ADANA-
Kasım soğuklarından sonra güneşle ısınan ovamız, üşüyen ruhumuzu usul usul ılıtmaya başlıyor yeniden.
Aralık aralık aralıyorken günleri, yine de ayaza vuran gecelerde içimizi ısıtacak şeyler arıyoruz.
Evden çıkmıyoruz.
İçe dönük yaşamayı sürdürüyoruz.
Dış dünyamızı karlar boranlar sarmışsa da biz içimizde harlanmış sobalar, nar ateşi kuzineler kuruyoruz.
Salonun orta yeri sıcacık, evin duvarları ıpılık.
* * *
Evin penceresinden baktığımız dağların yamaçları, oralarda nice kar öykülerinin düğümlendiğini söylüyor bize.
Biz ovamızda, biz evimizde güneş güneş ısınırken oralarda soğuk mu soğuk ne hikâyeler anlatılıyor, hangi hikâyeler dile getiriliyor?
Ilıman sahil şehirlerinde ise kar bekleyenlerin özlem dolu sözcükleri ovadakilere hangi hisleri duyumsatıyor:
“Bu ılıman sahil şehrinde karın haberi bile heyecan verir. ‘Duydun mu, kar yağacakmış?’ Tahminler, anılar birbirini kovalar ayaküstü sohbetlerde. Havayı koklayarak, gökyüzünü rasat ederek karın geleceğini anlamıştır tecrübeli olanlar. Zaten uzak dağlar beyazlamış, alametler açıktır. Yılın en kısa günleri, ‘Şeb-i Yelda’ yakındır. Sokak lambaları erkenden yanar. Nergisler çıkmıştır üstelik. Gökyüzünün rengi pembeleşmiştir. Kar o kadar kapıdadır.”
Yaşadığımız günlerin anlam ve önemi daha da belirginleşiyor bu satırlarda, bu cümlelerde.
Her sözcük, her cümle bizi yenileriyle buluşturuyor.
Aralıktayız ve geceyi aralık aralık aralıyoruz okuduklarımızla, yazdıklarımızla.
* * *
Böyle anlarda, böyle zamanlarda geçmişten geleceğe köprüler kuruyoruz bakarken aile albümlerine.
Patikli kundaklı fotoğraflarımız ayakkabılı kıyafetli fotoğraflarımıza döndükçe geçip giden zamanın biraz nostaljisinde, biraz hüznünde, eh biraz da tebessümünde buluyoruz kendimizi.
Evin büyükleri gaz lambası kokan hatıralarını anlatıyorlar bize.
Bizse o çocukluğumuzun, o ilk gençliğimizin mum ışıklı gecelerini düşünüyoruz elektrik kesintilerindeki.
Kısalıp uzayan, uzayıp kısalan gölgeleri anımsıyoruz.
Buruk hatıralar gelip oturuyor yüreğimizin başköşesine.
Ardından ışıklar geri yanıyor – seviniyoruz.
Yeniden bugüne dönüyoruz.
Biraz önce okuduğumuz notlardan yine birkaçını düşüyoruz geceye.
Karla karışık:
“Acı bir kahve mi içeceksiniz bir kış bahçesinde? Karayemiş, defne, çam, zeytin ağaçları dayanıklıdır. Onların yaprakları yemyeşil… İncir, erik, dut, adını bilmediğimiz diğerleri ise kuru dal kalmıştır. Öbek öbek toplanmış sarı, turuncu, nefti, bakır rengi, bal rengi yaprakların arasında yürüyerek itersiniz camekânın kapısını.”
“Hayat size sürprizler mi yapmaktadır, avunmalık? Öyle olmasa şu soba böylesine harlanmış olur muydu hiç? Çocukluğunuzun en güzel anıları bir yerlerden sökün eder miydi? Bir kuzinenin nar ateşi, fırınlı bölmeye atılan patates, elma. Anne eli.”
* * *
Kasıp kavuran kasım soğukları biraz azalsa da aralık günlerinin, soğukları hangi raddeye getireceği az çok aşikâr.
Biz o yüzden evde kalmaya, evdeki içimize odaklanmaya devam edeceğiz.
Aralık aralık araladığımız gecelerde içimizi ısıtacak şeylere daha çok sarılacağız.
O kış bahçesindeki üretken halimizde kalmayı sürdüreceğiz:
“Kış bahçenizde kahveniz gelir. Kalemi bırakırsınız. Başınızı sayfadan kaldırıp göz atarsınız dışarı. Yağmur kara dönmüş, o hareket dinmiş, usul usul kar yağmaya başlamıştır. Sizin de bir kar şarkınız vardır. Mırıldanırsınız. Bir gaz lambasının fitili alev alır usulca. Hafif bir gaz kokusu sızmaya başlar. Gölgeler duvarlarda yalpalanırken bu satırları yazmaya başlarsınız.”