YAŞAM 

SUÇ VE CEZA ÜZERİNE

– Bu yazı kendi yaşamının hem yargıcı, hem celladı, hem de bağışlayıcısı olanlar içindir. İnsan ne zaman kendini suçlu ilan eder? Yaptığının yanlış ve suç olduğunu kabul ettiğinde mi, yoksa işlediği suçun cezasını çekmek zorunda kaldığında mı? İnsanoğlu ne zaman adaletin terazisinde tartar günahlarını? Ne zaman sağır vicdanına seslenir ve ne zaman yargılayıp asar kendini? Âdem ile Havva’nın yasak elmayı yemesiyle insanlık tarihinin o hiç bitmeyecek “suç” ve “ceza” döngüsü başlar. Yasak, yanlış ve günah olanın cazibesi zavallı insanoğlunun peşini bırakmaz. Tabularla, yasak ve günahlarla örülmüş bu “dünya zindanı”nda atılan…

Devamını Oku
YAŞAM 

HAFIZANIN ÇEKMECELERİ

“Ne istersiniz benden/ bilmem ki hatıralar/ gelir gelmez sonbahar?” – Cahit Sıtkı Tarancı Hafıza ağır bir yüktür. İnsan ne zaman hatırlamaya çalışsa, anılarına tutunsa, belleğinin derinliklerine inip o kör kuyudan hatıralarını çıkarmaya koyulsa; omuzlarına büyük bir yük çöker. Beden ağırlaşır, hayat anlamsızlaşır. Gelecek ve geçmişin “şimdi”deki anlamı kaybolur. Hatırlamak bir eziyettir insana. İnsanın özgürleşmesi ve “an”da kalabilmesi için tüm yüklerinden, yani tüm kötü anılarından kurtulması gerekir. Haydi, bir söz verelim kendimize. Tüm kötü anılardan, çirkin sahnelerden, yorgun zamanlardan, ruhu çürümüş insanlardan, dili çatallı şeytanlardan kurtulalım. Sözleri zehirli, gözleri lanetli, kalpleri…

Devamını Oku
YAŞAM 

TANIDIN MI BENİ?

Antik çağların acılarından, kör kuyuların yankılarından, deli divane çağlayan suyun çırpınışından, dumanı göklere yükselen yangınların içinden geliyorum. Telaşla havalanan serçenin kanadından, yapraklarını dökmüş, çırılçıplak kalmış bir bozkır ağacının dalından, mehtabın altında tutuşmuş gönüllerin sesinden, kızgın çöllerde yolunu kaybetmiş Mecnunların ayak izinden geliyorum ben. Tanıdın mı beni? Sürgünlere yollanan halkların türkülerinden, destanlarından süzüldüm. Marşlarla yankılanan sokaklardan, ayaklanmalardan ve devrimlerden geliyorum ben. Diyar diyar dolaşan gam yüklü saz ustalarının tellerinden, meydanlarda halay çeken kalabalıkların ezgisinden, “Hu” çeken dervişlerin nefesinden geçiyorum ben. Sandık diplerine saklanmış sararmış fotoğrafların hüznünden, titrek bir mum ışığının altında…

Devamını Oku
YAŞAM 

HEY SEN, YABANCI!

Modern dünyanın en büyük sorunsalı: Yabancılaşma. Aileye, çevreye, dünyaya ve nihayetinde yaşama yabancılaşma; bireyin kendi “ben”ini yaralamasına neden oluyor. Umursamazlık ve kayıtsızlık onu yaşadığı evrenden uzaklaştırıyor. Gölgesi yeryüzünde, ruhu karanlıklar ülkesinde… Günden güne bireyselleşen ve seçimlerinde mutlak özgür olduğunu düşünen günümüz insanının kimlik karmaşasını bu denli derinden yaşaması ve kendi sesinden böylesine kopması çıkmaz bir sokağa götürmez mi onu? Gittikçe minimalist ve bireyci olmaya doğru giden dünyada, tüm duyguları büyük bir iştahla, doymak bilmez heves ve arzularımızla yaşıyoruz. Hayatın tüm zevklerinden bir tadımlık da olsa nasiplenmek istemek, yaşadığı her anı…

Devamını Oku
YAŞAM 

BİZİM BÜYÜK ÇARESİZLİĞİMİZ / ÖLÜM

“Ölümdür yaşanan tek başına/ aşk iki kişiliktir.” Koca bir yalan… Şairlerin sayısız yalanlarından bir tanesi… Kim demiş yalnız ölür insan diye? İnsan tek başına ölmez, sevdiklerini de öldürür giderken. Onların sesini, soluğunu, gözünün rengini de alıp götürür son nefesiyle. Kalbini, aklını, zihnini de gömer toprağa kendisiyle birlikte. Hayır, ben ölümün tek kişilik olduğuna inananlardan değilim. “Ölen öldüğünü bilmez, ölüm kalanlar içindir.” Ölüm tam bir çıkmaz sokak… Çıkış yok, yol yok, anahtar yok… Tam bir çaresizlik… Şükrü Erbaş’ın şu dizeleri nasıl da kanatır yüreğimizi! “İçimizde dünyadan yapılmış bir keder/ bizi yaşamakla…

Devamını Oku
YAŞAM 

GİDELİM BURALARDAN

Gitmek, alıp başını gidebilmek… Tüm sorumluluklardan, yüklerden, gerekliliklerden kendini kurtarıp gidebilmek… Denizaşırı ülkelerden birinde bir balıkçı kasabası ya da kuş uçmaz kervan geçmez bir bozkır, dünyanın karlarla kaplı ıssız bir köşesi… Olmak istediğiniz yer neresi olursa olsun, bazen uzaklaşmak gerekir. Dünyanın tüm kederinden ve ağırlığından kaçıp yollara düşmek gerekir. Bazen sizi çepeçevre sarıp göğsünüzü sıkan çemberin dışına çıkarak kendine dışarıdan bakabilmek gerekir. İnsan kendine yaklaştıkça, derinlerine indikçe kendisinden fersah fersah uzaklaşıyor; bazen sığ ve yüzeysel kalabilmek gerekir. Bazen Turgut Uyar’ın dediği gibi, “Şimdi otobüs gelir biner gideriz/ dönmeyeceğimiz bir yer…

Devamını Oku
YAŞAM 

İÇİMİZDEKİ BOŞLUK

İçimiz hiç dolmayan boşluklarla kaplı. Bu da bizi tepkisiz, hissiz, yoktan müteşekkil bir varlığa dönüştürüyor. Boşluklarla bezeli ruhumuz bizi hiçliğe sürüklüyor, yok oluyoruz. Hep bir “anlamsızlık” duygusuyla yüzleşmek zorunda kalıyoruz. Anlam arayışı, bizi tüm anlamlardan uzaklaştırıyor, hatta kendimizden bile. Kendine yeni bir yol bulmaya çalışmak, boşlukları kapatmak için çırpınmak, yeni bir dünya kurmaya uğraşmak çok zahmetli ve bir o kadar da gerekli. İnsanın içinde yatıştıramadığı, ne yaparsa yapsın doyuramadığı bir yan var. Bir iç sıkıntısı, bir melal… Bu dünyaya ait değilmiş, hiç de ait olamayacakmış gibi bir his… Hem tüm…

Devamını Oku