YAŞAM 

BİR YAŞ DÖNÜMÜNDE…

Bir yıl daha bitiyor/ işte bu kadar duru, bu kadar yalın/ bu kadar el değmemiş/ sıradan bir gerçeği daha/ kolları bağlı hayatımızın… Bir yıl daha bitiyor. Bütün bitişler gibi hüzünlü, telaşlı… Belki herkesin bitmesini en istediği yıl, insanlık tarihinin de kişisel tarihimizin de tozlu sayfalarına karışıp gidecek. Hiç unutmayacağımızı sandığımız başka başka yıllar, başka başka yaşanmışlıklar gibi bir süre sonra unutulup gidecek… 2020’den akılda en çok korona kalacak sanırım. Önce şaşkın, sonra epey gayretli; eve kapanırsak salgını çabucak önleyebileceğimizi düşündüğümüz bir bahar geçirdik. Evde ekmek yaptık, yufka açtık, kendimize yetebileceğimizi…

Devamını Oku
EDEBİYAT YAŞAM 

KIŞ GÜNLÜKLERİ, ÇSG YAZARLAREVİ, HAYAT UZAKTAN…

Bugün soğuk, kapalı, nemli bir pazar… Günün güzelliği kız kardeşimin doğduğu gün olması… Daha… Onu düşünüyorum ben de: Daha? Hafta sonu ev kısıtlamaları var yine… Yakın çevreden hastalık haberleri geliyor. Dil nasıl değişti son dokuz ayda. Hasta demiyoruz artık, testi pozitif diyoruz. Pozitif sözcüğü bu dile girdiğinden beri hiç bu kadar negatif bir çağrışım yapmamıştır herhalde. Geçen şubatta yapılması planlanan ‘Behçet Çelik Öyküleri Üzerine’ başlıklı Yazarlarevi etkinliğimiz; önce İdlib şehitlerinden, sonra da 11 Mart’ta ilk Covid-19 vakasının açıklanmasından dolayı her şey “bir daha eskisi gibi olmamak üzere değişirken” ileriki bir…

Devamını Oku
EDEBİYAT YAŞAM 

KIŞ, ANILAR, BİR ÖYKÜ, BAŞKA PENCEREDEN…

Kasım da bitti… Kış başladı işte. Günlerin kısaldığını, erken kararan havadan anlıyorum. Sitenin çocukları bile artık oyun alanına çıkmıyorlar. İçe, daha içe dönme zamanı şimdi… Geçenlerde pencere ile ilgili bir yazı okudum, sevdiğim bir kalemden, Feyza Hepçilingirler’den. Pencerenin dışa açılan yanımız olmasından, evdeyken bile dış dünyaya karışmayı sağlamasından söz ediyordu yazar; yoldan geçenleri seyrederken onlarla ilgili hikâyeler kurduğundan sonra… Bu duygudaşlığı ben yıllar yıllar önce Pınar Kür’ün ‘Taksim-Maçka’ öyküsünü okurken yaşamıştım en son. Öyküde, birbirine âşık yeni evli bir çiftin her sabah işe giderken kestirme olsun diye geçtikleri parkta karşılaştıkları…

Devamını Oku
EDEBİYAT YAŞAM 

SOMBAHAR, HİKÂYELER, ANILAR…

Sonbaharın her ayının farklı etkisi var bende. Ekim ‘iç’e yolculuk ayı… Nasıl eylül; uzun, sıcak, rehavet aylarından sonra yeniden kente dönme ayı olmuşsa, benim için ekim de ‘iç’e, ‘daha iç’e doğru bir hüzünlü yolculuk… Yeşilin turuncuya, kırmızıya, onlarca tonuna sarının dönüş ayı… Anılar… İlk gençlik çağı… Hikâyeler… ‘İç’e yolculuk… Liseyi bitirinceye kadarki yaşamım Bolu’da geçti. Ankara ile İstanbul yolunun orta noktası… Doğanın cömert davrandığı baharı ve yazı yeşil, sonbaharı bambaşka bir renk cümbüşü Batı Karadeniz kenti… Çocukluğumda dağ ve orman bende aynı imgeyi çağrıştırırdı. Kentin sınırlarını çizen dağlar yemyeşildi. Yemyeşil…

Devamını Oku
EDEBİYAT 

YAZA VEDA EDERKEN AGOTA KRISTOF’TAN BİR ÜÇLEME: ‘BÜYÜK DEFTER’ – ‘KANIT’ – ‘ÜÇÜNCÜ YALAN’

Yaz bitti. Eylül de yarılandı geçti… Sonbahar başlıyor, sombahar… Deniz, kum, güneş Akdeniz’de hâlâ hüküm sürse de artık kızıl, sarı, yeşil renkleriyle bir Batı Karadeniz ormanı ruhum… Son demler Ankara’da… Agota Kristof’un üçlemesi; ‘Büyük Defter’, ‘Kanıt’, ‘Üçüncü Yalan’la veda… Ankara’ya da, fark etmeden geçen yaza da… 1935’te Macaristan’da doğan, 1956’da ülkesinden kaçıp İsviçre’ye yerleşen, bir taraftan fabrikada çalışırken bir taraftan da Fransızca öğrenen, tiyatro oyunları yazan Agota Kristof’un dilimize çevrilen dört romanı var gördüğüm kadarıyla. ‘Büyük Defter’, ‘Kanıt’ ve ‘Üçüncü Yalan’ tek ciltte toplanmış Yapı Kredi Yayınları’nın baskısında, Ayşe İnce…

Devamını Oku
EDEBİYAT 

BEHÇET ÇELİK’İN ÖYKÜLERİNİN DÜNYASINA KISA BİR YOLCULUK

“Adana’ya kar yağmış/ Karın altında gül kalmış” 2006 yılı olmalı… O yıllarda üniversitede anlattığım ders, uzaktan eğitimle verilmiyordu, sınıf dersiydi, yüz yüzeydi. Her dönem mutlaka bir roman, bir öykü, bir şiir ve bir deneme kitabı okurduk girdiğim sınıflarla birlikte, değerlendirirdik. Böylece hiç olmazsa liseden yükseköğretime yeni geçmiş gençlerle sınava hazırlıkla geçen yıllarında ilgilenme fırsatları olmadığını düşündüğüm güncel edebiyattan, yeni kitaplardan konuşurduk. Dil çalışmaları edebiyattan ayrı düşünülebilir mi zaten? İletişim’in o yıllarda kent kitapları yeni çıkmaya başlamıştı. ‘Adana’ya Kar Yağmış’ kitabını da öyle okuduk o yıl ve sonraki birkaç yıl daha.…

Devamını Oku
EDEBİYAT 

‘KONÇİNALAR’, HALDUN TANER, CİNSİYETÇİ SÖYLEMİN SİNİR UÇLARI…

“İskambil destesinin en sevdiğim kâğıtlarından biri, üzerine The Jolly Jocker yazılı, o delişmen, o uçarı, o biraz cambaz, biraz sihirbaz, bir miktar da düzenbaz; ama neşe dolu, hayat ve hareket dolu kanı sıcak delikanlıdır. Ne yazık ki, Jocker’lere Kanasta’dan, Kumkan’dan, Remi’den başka oyunlarda pek yer verilmiyor. Verilse, her girdikleri oyuna renk ve hareket, canlılık ve şaklabanlık katarlardı.” (1996, s.40) İskambil kâğıtlarıyla aranız nasıldır? Benim iskambil oyunlarıyla pek aram yoktur; çocukken kuzenler bir araya geldiğinde oynadığımız papazkaçtıda papazın, pisyedilide yedililerin elimde kaldığını hatırlıyorum. Konçinaların da altılıdan küçük kâğıtlar demek olduğunu bu…

Devamını Oku
EDEBİYAT 

‘PERSEPOLİS’, İRAN’DAN BİR BÜYÜME HİKÂYESİ – KADIN OLUŞUM ROMANLARI III

“İnsanlar gördüm. / Şehirler gördüm. / Ovalar, dağlar gördüm. / Su gördüm, toprak gördüm. / Aydınlık ve karanlık gördüm. / Aydınlıkta otlar, karanlıkta otlar gördüm. / Aydınlıkta canlı, karanlıkta canlı gördüm. / Aydınlıkta beşer, karanlıkta beşer gördüm.” – Sohrâb Sepehrî 2007 yılı yapımı animasyon filmi ‘Persepolis’i birkaç yıl önce izlemiştim. Fransız yapımı olan ödüllü film, İran kökenli Fransız çizgi film yönetmeni Marjane Satrapi’nin otobiyografik çizgi romanına dayanıyor. Bu yazı için romanı da okudum. Filmle roman büyük ölçüde örtüşüyor; ama tabii roman daha fazla ayrıntıyı barındırıyor. Ben roman üzerinden yapacağım değerlendirmelerimi……

Devamını Oku
EDEBİYAT 

‘BÜYÜMENİN SANCISI’ ÜZERİNE – KADIN OLUŞUM ROMANLARI II

Bildungsroman içinde alttürü oluşturan kadın oluşum romanları üzerine okumaya, düşünmeye ve yazmaya devam ediyorum. 21’inci yüzyılın ilk çeyreğinin sonlarına doğru, her şeyi değiştireceğini düşündüğümüz birçok olaydan, olgudan, durumdan sonra, nasıl geçtiğini anlamadığımız karantinanın gölgesinde bahardan, aniden başlayan nemli, sıcak, ara ara selle fırtınayla geçen hazirandan sonra… Sonra… Birçok şeyden sonra… Hâlâ kadınlar şiddet görürken, hâlâ öldürülürken, hâlâ en olmadık yerlerde eril söylemin yargılayıcı, küçük düşürücü psikolojik etkisine maruz kalırken kadının oluşumu ne kadar zor; işte bu, görünür olsun istiyorum. Bu kez Kanada’dan bir yazardan, Isabel Huggan’dan bir kitap… ‘Büyümenin Sancısı’.…

Devamını Oku
EDEBİYAT 

‘DÜĞÜNÜN BİR ÜYESİ’ ÖZELİ ÜZERİNDEN BÜYÜME ROMANLARI

“Her şey Frankie’nin on iki yaşında olduğu o yeşil çılgın yazda oldu. Uzun bir süredir hiçbir yere üye olmadığı yazdı o. Ne bir kulübün ne de dünyadaki herhangi bir şeyin parçasıydı.” (Sf. 9) diye başlıyor ‘Düğünün Bir Üyesi’. Uzun, sıcak yaz başlıyor Adana’da da… Uzun, uzaktan çalışma imkânı olanlar için evlerde izole çalışılmış, “olağanüstü” yaşanmış ya da yaşanamamış bir bahardan sonra “normal”e dönmeye başladık. Kısıtlamaların çoğu kalktı. Ve özgürlük! “Hiçbir şey aynı olmayacak” deniyordu, salgının ilk günlerinde. Herkes düşünmeye başlamıştı, önceden aklına getirmediği neyin değerli, neyin önemli olduğunu. Doğa önemliydi…

Devamını Oku