EDEBİYAT 

BEHÇET ÇELİK’İN ÖYKÜLERİNİN DÜNYASINA KISA BİR YOLCULUK

“Adana’ya kar yağmış/ Karın altında gül kalmış” 2006 yılı olmalı… O yıllarda üniversitede anlattığım ders, uzaktan eğitimle verilmiyordu, sınıf dersiydi, yüz yüzeydi. Her dönem mutlaka bir roman, bir öykü, bir şiir ve bir deneme kitabı okurduk girdiğim sınıflarla birlikte, değerlendirirdik. Böylece hiç olmazsa liseden yükseköğretime yeni geçmiş gençlerle sınava hazırlıkla geçen yıllarında ilgilenme fırsatları olmadığını düşündüğüm güncel edebiyattan, yeni kitaplardan konuşurduk. Dil çalışmaları edebiyattan ayrı düşünülebilir mi zaten? İletişim’in o yıllarda kent kitapları yeni çıkmaya başlamıştı. ‘Adana’ya Kar Yağmış’ kitabını da öyle okuduk o yıl ve sonraki birkaç yıl daha.…

Devamını Oku
EDEBİYAT 

‘KONÇİNALAR’, HALDUN TANER, CİNSİYETÇİ SÖYLEMİN SİNİR UÇLARI…

“İskambil destesinin en sevdiğim kâğıtlarından biri, üzerine The Jolly Jocker yazılı, o delişmen, o uçarı, o biraz cambaz, biraz sihirbaz, bir miktar da düzenbaz; ama neşe dolu, hayat ve hareket dolu kanı sıcak delikanlıdır. Ne yazık ki, Jocker’lere Kanasta’dan, Kumkan’dan, Remi’den başka oyunlarda pek yer verilmiyor. Verilse, her girdikleri oyuna renk ve hareket, canlılık ve şaklabanlık katarlardı.” (1996, s.40) İskambil kâğıtlarıyla aranız nasıldır? Benim iskambil oyunlarıyla pek aram yoktur; çocukken kuzenler bir araya geldiğinde oynadığımız papazkaçtıda papazın, pisyedilide yedililerin elimde kaldığını hatırlıyorum. Konçinaların da altılıdan küçük kâğıtlar demek olduğunu bu…

Devamını Oku
EDEBİYAT 

‘PERSEPOLİS’, İRAN’DAN BİR BÜYÜME HİKÂYESİ – KADIN OLUŞUM ROMANLARI III

“İnsanlar gördüm. / Şehirler gördüm. / Ovalar, dağlar gördüm. / Su gördüm, toprak gördüm. / Aydınlık ve karanlık gördüm. / Aydınlıkta otlar, karanlıkta otlar gördüm. / Aydınlıkta canlı, karanlıkta canlı gördüm. / Aydınlıkta beşer, karanlıkta beşer gördüm.” – Sohrâb Sepehrî 2007 yılı yapımı animasyon filmi ‘Persepolis’i birkaç yıl önce izlemiştim. Fransız yapımı olan ödüllü film, İran kökenli Fransız çizgi film yönetmeni Marjane Satrapi’nin otobiyografik çizgi romanına dayanıyor. Bu yazı için romanı da okudum. Filmle roman büyük ölçüde örtüşüyor; ama tabii roman daha fazla ayrıntıyı barındırıyor. Ben roman üzerinden yapacağım değerlendirmelerimi……

Devamını Oku
EDEBİYAT 

‘BÜYÜMENİN SANCISI’ ÜZERİNE – KADIN OLUŞUM ROMANLARI II

Bildungsroman içinde alttürü oluşturan kadın oluşum romanları üzerine okumaya, düşünmeye ve yazmaya devam ediyorum. 21’inci yüzyılın ilk çeyreğinin sonlarına doğru, her şeyi değiştireceğini düşündüğümüz birçok olaydan, olgudan, durumdan sonra, nasıl geçtiğini anlamadığımız karantinanın gölgesinde bahardan, aniden başlayan nemli, sıcak, ara ara selle fırtınayla geçen hazirandan sonra… Sonra… Birçok şeyden sonra… Hâlâ kadınlar şiddet görürken, hâlâ öldürülürken, hâlâ en olmadık yerlerde eril söylemin yargılayıcı, küçük düşürücü psikolojik etkisine maruz kalırken kadının oluşumu ne kadar zor; işte bu, görünür olsun istiyorum. Bu kez Kanada’dan bir yazardan, Isabel Huggan’dan bir kitap… ‘Büyümenin Sancısı’.…

Devamını Oku
EDEBİYAT 

‘DÜĞÜNÜN BİR ÜYESİ’ ÖZELİ ÜZERİNDEN BÜYÜME ROMANLARI

“Her şey Frankie’nin on iki yaşında olduğu o yeşil çılgın yazda oldu. Uzun bir süredir hiçbir yere üye olmadığı yazdı o. Ne bir kulübün ne de dünyadaki herhangi bir şeyin parçasıydı.” (Sf. 9) diye başlıyor ‘Düğünün Bir Üyesi’. Uzun, sıcak yaz başlıyor Adana’da da… Uzun, uzaktan çalışma imkânı olanlar için evlerde izole çalışılmış, “olağanüstü” yaşanmış ya da yaşanamamış bir bahardan sonra “normal”e dönmeye başladık. Kısıtlamaların çoğu kalktı. Ve özgürlük! “Hiçbir şey aynı olmayacak” deniyordu, salgının ilk günlerinde. Herkes düşünmeye başlamıştı, önceden aklına getirmediği neyin değerli, neyin önemli olduğunu. Doğa önemliydi…

Devamını Oku
EDEBİYAT 

ORUÇ ARUOBA’NIN DİZELERİYLE KISA BİR KİŞİSEL TARİH

“Her ölüm dünyada bir çatlak açar – bir boşluk bırakıp öyle gider her kişi: öteki kişiler de, şimdi, o çatlağı kapatmakla, o boşluğu doldurmakla görevlendirilmiş hissederler kendilerini. (…) Oysa, önemli olan, çatlağı açıkça görebilmek, boşluğu olduğu gibi yüklenebilmekti. Çünkü, ölüm, onmaz; yaşam, onarılmazdır.” (Uzak, s. 33) Uzak’ta ikinci kitap diye belirtilmiş Özlem Çekene Kılavuz bölümü… O bölümün başında Oruç Aruoba, “Babamın anısına” başlığı ile böyle diyor; ölüm onmaz, yaşam onarılmaz… 19 Kasım 1993 tarihi var altında… Daha önce basıldığı halde 1996’da okumuşum buradaki şiirleri, metinleri… Daha önceden başka eserleri de…

Devamını Oku
EDEBİYAT 

“NOLYA” – ‘TEK BAŞINA’ YA DA ‘BİRLİKTE’ SIKILANLAR İÇİN SIKILMANIN ÖYKÜSÜ ÜZERİNE

Bahar geçip gitti. Bir bayram daha… Salgının gölgesinde… Adana’da uzun sıcak yaz başlangıcındayız. Teoman şarkısındaki gibi “vakit bir türlü geçmezken/ yıllar, hayatlar geçiyor”. Evlerde, temassız ve kendimizle baş başa geçen bugünlerin de en iyi yoldaşı kitaplar ve duygudaşlığımı fark ettiğim için hep yanı başımda, cümleleri zaman zaman zihnimde gezinen yazarlar. “‘Canım çok sıkılıyor’ dedim. ‘Benim de öyle’ dedi. Onun da canı sıkılıyormuş demek ki; ama eminim, başını sertçe çevirip yoluna devam ederken daha çok sıkılacak. ‘Birlikte yürüsek mi?’ dedim. ‘Birlikte sıkılmak için mi?’ dedi.” (BBSK, s. 22) Bir Cemil Kavukçu…

Devamını Oku
EDEBİYAT YAŞAM 

GÖL, DOĞA ŞİİRİ, ELİF SOFYA, İNSAN, İNADINA CANLI…

Mayıs yağmurlarla geldi… Arada güneş yüzünü gösterse de alışılmış mayıs değil artık… Alışılmış ne kaldı hayatımızda? Derken bu hafta da birdenbire mevsim normallerinin üzerine çıktı sıcaklık. Anlıyoruz ki biz karantinadayken evimizde, bahar geçip gitmiş Adana’dan… Salgının dokuzuncu haftasındayız. Vaka sayılarında düşme, iyileşenlerde yükselmeyle olumlu bir tablo gözlenmeye başlasa bile kısıtlamalar devam ediyor. En azından biz, risk almak istemediğimizden önlemlerimizi sürdürüyoruz. Hayatı eve sığdırmaya devam… Korona günlerinin başından beri evden çalışıyoruz birçok kişi gibi. Geçen hafta, okuldaki odalarımızdan almamız gereken birkaç kitap için kampüse gittik. Terk edilmiş gibiydi, ıpıssızdı kampüs. En…

Devamını Oku
EDEBİYAT 

KORONA GÜNLERİNDE JAPONYA’DAN BİR ROMAN: ‘KASİYER’

“Her şey başka, bambaşka olacak” diyor herkes, koronadan sonra. Hiçbir şey aynı kalmayacak. Normale dönemeyeceğiz ya da yepyeni bir normalimiz olacak. İyi mi bu, kötü mü? Normal neydi, sahi? Koronadan önceki hayatımız… “İlkel çağlardan beri bu değişmez. Köyün en genç ve hoş kızları, güçlü ve avda usta erkeklerin olur. Güçlü genler kalır, diğerleri içinse kendileri gibi geriye kalanlarla birbirlerini teselli etmekten başka yol kalmaz. Modern toplum lafı bir hayalden ibaret… Biz ilkel çağlardan farksız bir dünyada yaşıyoruz.” (s. 58) Böyle diyor Şiraha. Okumaya devam… Yapabildiğim ya da yapmaktan zevk aldığım……

Devamını Oku
KÜLTÜR-SANAT 

KORONA GÜNLERİNDE BİR FİLM: ‘MAUDIE’

Ülkemizde ilk koronavirüs vakasının görülmesinden bu yana 1 ay geçti. Sağlık Bakanlığı’nın “Herkes kendi OHAL’ini ilan etsin, karantinasını oluştursun” dediğinden bu yana da ilk kez geçen hafta sonu 30 büyükşehir ve riskli bulunan Zonguldak’ta sokağa çıkma yasağı uygulandı. Sokağa çıkma yasağının olduğu cumartesi günü içi içine sığmayan sıcakkanlı insanlar memleketi Adana’da 17.00’dan itibaren gökyüzü rengârenk uçurtmalarla gönendi. Önceki günlerde de uçurtmalar gökyüzünde salınmış mıydı, bilmiyorum; dikkat etmemiştim. Adana, bir güzel kent. Damdan bol ne var Adana’da? Çok katlı apartmanların damları, tek katlı, birkaç katlı evlerin damları… Biz çıkamasak da uçurtmalar…

Devamını Oku