EDEBİYAT YAŞAM 

‘HEP SONDAN BAŞLAR’, TEVFİK FİKRET, ANILAR…

“Babam biz Paris’e giderken okulu bıraktığım için kırgın olsa da, bana Tevfik Fikret’in şiirlerini hediye etmişti. Bu bana o zamana kadar verdiği ilk hediyeydi. Annem ikisi adına bazı hediyeler verirdi, bayramda seyranda. Babamın bu yegâne hediyesi hep dolaştı durdu benimle. Şimdi sarı kapağı iyice eskimiş, sayfalarının içlerine kadar sirayet etmiş. Sanki o da yaşlanmış, hatta hasta olmuş. Acaba bir kitap ne zaman ölür?” (Hep Sondan Başlar, s.140) Sahi, bir kitap ne zaman ölür? Taçlı Yazıcıoğlu’nun ilk romanı ‘Hep Sondan Başlar’da okurların en beğendiği kahraman, bir “kahraman” olarak gördükleri Zerrin, babasının…

Devamını Oku
YAŞAM 

YENİ GÜN

“Bayram yeli çardakları yıkanda,/ Novruz gülü, kar çiçeği çıkanda” Bugün 21 Mart: Nevruz. Yeni gün yani… Doğanın uyanışı. Birçok etkinliğin, farkındalığın dünya çapında kutlanışı, anılışı, çok şey… Şiir günü örneğin; Çukurova Sanat Girişimi Çukurova Okulu’nun bir etkinliği olarak şiirler okuyacağız çevrimiçi etkinlikte. Ben genç yaşta ölüp giden bir şairden Türkçeye ilk kez çevrilmiş ve ilk kez seslendirilecek bir şiir okuyacağım. Şiirin çevirmenlerinden biri Çukurova Türkoloji’den… DTCF’de Türkoloji okumanın ayrıcalıklarından biriydi, seksenli yıllarda kürsü sayısı kırk üç olan okulda alan dışı seçecek bir sürü dersin arasından seçim yapabilmek. Osmanlıcadaki Farsça unsurların…

Devamını Oku
EDEBİYAT 

DEMİR ÖZLÜ’YE VEDA EDERKEN

13 Şubat’ta Demir Özlü’nün vefat haberi geçerken bültenlerden, 2009’da Çukurova Üniversitesi’nin düzenlediği ‘Edebi Yaratılarda Anlatıcı’ konulu bir söyleşi geldi aklıma. Tıp Fakültesi’nin Hipokrat Salonu’ndaydı toplantı. Demir Özlü gayet sakin bir sesle edebi yaratılardaki anlatıcıyı anlattı, kendi eserlerinden örneklendirerek. Büyük salonun öndeki üç dört sırasını ancak dolduruyordu dinleyiciler ve çoğu edebiyat öğrencisiydi. Diyordu ki Demir Özlü, felsefeyi de sosyolojiyi de psikolojiyi de edebiyattan öğrenirsiniz, kuram kitaplarından daha iyi. İyi edebiyat size hayatı öğretir. Demir Özlü, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden mezun, Paris’te Sorbonne Üniversitesi’nde 1961- 1962 arasında felsefe okumuş, sonra İstanbul Üniversitesi’nde…

Devamını Oku
EDEBİYAT YAŞAM 

KEDİLER, KİTAPLAR VE EDEBİYAT

Ocak ayında olmamıza rağmen dışarıda baharın ilk günlerine özenen güneşli ılık hava, mavi gökyüzü… Yine pandemi, yine önlemler, yine hafta sonu kısıtlamaları… İçimde bir ses “Hadi gülümse” diyor, “bulutlar gitsin/ … / yoksa ben nasıl yenilenirim/ / bir kedim bile yok, anlıyor musun/ iklim değişir Akdeniz olur, gülümse”… Bir kedim bile yok. Oysa edebiyat ve kedi nasıl da tamamlıyor birbirini. Tamamlamasa bu kadar kedili anlatı olur muydu? Kedi sahiplenmek, biz çocukken çok kolaydı. O zamanlar okuma yazma bile bilmiyordum, hiçbir şey okumamıştım ve hayatın her alanı gibi bunun da derin…

Devamını Oku
EDEBİYAT 

‘DİKEN UCU’NDAN ‘YOLUN GÖLGESİ’NE BEHÇET ÇELİK’İN ÖYKÜLERİ ÜZERİNE – 2

“… Masalı dinleyen uyur, anlatan uyumaz. Masal anlatan gecenin bekçisidir, nöbetçisidir.” Çukurova Sanat Girişimi bünyesindeki Çukurova Okulu’nun çevrimiçi etkinliği olarak Behçet Çelik söyleşisini gerçekleştirdik, 17 Aralık’ta. Uzaklara rağmen içten, izleyenlerin katkılarıyla zenginleşen sıcak bir söyleşi oldu. Behçet Çelik öyküleri üzerine yazdığım ilk yazı, bu yazının ilk bölümü de diyebiliriz, 20 Ağustos’ta yayımlanmıştı Son Baskı’da. Şimdi o yazıya girmeyen son öykü kitapları üzerinde durmak istiyorum: ‘Diken Ucu’, ‘Kaldığımız Yer’ ve ‘Yolun Gölgesi’. Son üç öykü kitabında, 2007’de basılan ‘Gün Ortasında Arzu’da bir an önce kurtulmak istediği kente, ana baba evine dönen…

Devamını Oku
YAŞAM 

BİR YAŞ DÖNÜMÜNDE…

Bir yıl daha bitiyor/ işte bu kadar duru, bu kadar yalın/ bu kadar el değmemiş/ sıradan bir gerçeği daha/ kolları bağlı hayatımızın… Bir yıl daha bitiyor. Bütün bitişler gibi hüzünlü, telaşlı… Belki herkesin bitmesini en istediği yıl, insanlık tarihinin de kişisel tarihimizin de tozlu sayfalarına karışıp gidecek. Hiç unutmayacağımızı sandığımız başka başka yıllar, başka başka yaşanmışlıklar gibi bir süre sonra unutulup gidecek… 2020’den akılda en çok korona kalacak sanırım. Önce şaşkın, sonra epey gayretli; eve kapanırsak salgını çabucak önleyebileceğimizi düşündüğümüz bir bahar geçirdik. Evde ekmek yaptık, yufka açtık, kendimize yetebileceğimizi…

Devamını Oku
EDEBİYAT YAŞAM 

KIŞ GÜNLÜKLERİ, ÇSG YAZARLAREVİ, HAYAT UZAKTAN…

Bugün soğuk, kapalı, nemli bir pazar… Günün güzelliği kız kardeşimin doğduğu gün olması… Daha… Onu düşünüyorum ben de: Daha? Hafta sonu ev kısıtlamaları var yine… Yakın çevreden hastalık haberleri geliyor. Dil nasıl değişti son dokuz ayda. Hasta demiyoruz artık, testi pozitif diyoruz. Pozitif sözcüğü bu dile girdiğinden beri hiç bu kadar negatif bir çağrışım yapmamıştır herhalde. Geçen şubatta yapılması planlanan ‘Behçet Çelik Öyküleri Üzerine’ başlıklı Yazarlarevi etkinliğimiz; önce İdlib şehitlerinden, sonra da 11 Mart’ta ilk Covid-19 vakasının açıklanmasından dolayı her şey “bir daha eskisi gibi olmamak üzere değişirken” ileriki bir…

Devamını Oku
EDEBİYAT YAŞAM 

KIŞ, ANILAR, BİR ÖYKÜ, BAŞKA PENCEREDEN…

Kasım da bitti… Kış başladı işte. Günlerin kısaldığını, erken kararan havadan anlıyorum. Sitenin çocukları bile artık oyun alanına çıkmıyorlar. İçe, daha içe dönme zamanı şimdi… Geçenlerde pencere ile ilgili bir yazı okudum, sevdiğim bir kalemden, Feyza Hepçilingirler’den. Pencerenin dışa açılan yanımız olmasından, evdeyken bile dış dünyaya karışmayı sağlamasından söz ediyordu yazar; yoldan geçenleri seyrederken onlarla ilgili hikâyeler kurduğundan sonra… Bu duygudaşlığı ben yıllar yıllar önce Pınar Kür’ün ‘Taksim-Maçka’ öyküsünü okurken yaşamıştım en son. Öyküde, birbirine âşık yeni evli bir çiftin her sabah işe giderken kestirme olsun diye geçtikleri parkta karşılaştıkları…

Devamını Oku
EDEBİYAT YAŞAM 

SOMBAHAR, HİKÂYELER, ANILAR…

Sonbaharın her ayının farklı etkisi var bende. Ekim ‘iç’e yolculuk ayı… Nasıl eylül; uzun, sıcak, rehavet aylarından sonra yeniden kente dönme ayı olmuşsa, benim için ekim de ‘iç’e, ‘daha iç’e doğru bir hüzünlü yolculuk… Yeşilin turuncuya, kırmızıya, onlarca tonuna sarının dönüş ayı… Anılar… İlk gençlik çağı… Hikâyeler… ‘İç’e yolculuk… Liseyi bitirinceye kadarki yaşamım Bolu’da geçti. Ankara ile İstanbul yolunun orta noktası… Doğanın cömert davrandığı baharı ve yazı yeşil, sonbaharı bambaşka bir renk cümbüşü Batı Karadeniz kenti… Çocukluğumda dağ ve orman bende aynı imgeyi çağrıştırırdı. Kentin sınırlarını çizen dağlar yemyeşildi. Yemyeşil…

Devamını Oku
EDEBİYAT 

YAZA VEDA EDERKEN AGOTA KRISTOF’TAN BİR ÜÇLEME: ‘BÜYÜK DEFTER’ – ‘KANIT’ – ‘ÜÇÜNCÜ YALAN’

Yaz bitti. Eylül de yarılandı geçti… Sonbahar başlıyor, sombahar… Deniz, kum, güneş Akdeniz’de hâlâ hüküm sürse de artık kızıl, sarı, yeşil renkleriyle bir Batı Karadeniz ormanı ruhum… Son demler Ankara’da… Agota Kristof’un üçlemesi; ‘Büyük Defter’, ‘Kanıt’, ‘Üçüncü Yalan’la veda… Ankara’ya da, fark etmeden geçen yaza da… 1935’te Macaristan’da doğan, 1956’da ülkesinden kaçıp İsviçre’ye yerleşen, bir taraftan fabrikada çalışırken bir taraftan da Fransızca öğrenen, tiyatro oyunları yazan Agota Kristof’un dilimize çevrilen dört romanı var gördüğüm kadarıyla. ‘Büyük Defter’, ‘Kanıt’ ve ‘Üçüncü Yalan’ tek ciltte toplanmış Yapı Kredi Yayınları’nın baskısında, Ayşe İnce…

Devamını Oku