EDEBİYAT 

MEĞER NE ÇOK SEVMİŞİM SENİ

Gün ışığı, Anadolu yakasında dört gündür konuk olduğum bu dairenin küçücük odasında çevreyi kuşatan binaların arasından kıvrılıp, penceredeki tülden süzülerek geçip içeriyi aydınlatmaya başlamıştı. İnsanın içini ürperten tatlı bir esinti, beraberindeki taze havayı odaya dolduruyordu. Van Gogh’un ‘Arles’teki yatak odasından çok daha fakir bu odadaki tek kişilik bir yatakla etajerden oluşan mobilya üzerinde oynaşarak göz yanılsamaları yaratan günün ilk ışıklarını boş gözlerle izledikten sonra bir süre evdeki sessizliği dinledim. İçeriye derin bir ölüm sessizliği egemendi. Dışarda da günlük yaşam mücadelesine başlamış birkaç şaşkın kuşun cıvıldaşmaları dışında ses seda yoktu. Ekmek…

Devamını Oku
EDEBİYAT 

İNCİLTİLMİŞ YAŞAMLAR (2)

Doktor Mümtaz’ın arabası iş hanının otoparkından çıkıp caddenin köşesinden doğuya doğru direksiyon kırdı. Köşede iş hanının görevlisi Rüstem aracı görünce Mümtaz’a selam verdi. Camlardaki koyu renkli filmden dolayı aracın sürücüsü net görünmüyordu. Sürücü kornaya hafifçe dokunarak selamı aldı. Bu karşılaşmadan yarım saat önce kadın doğum uzmanı Mümtaz, sekreterini göndermiş, muayenehanesinde telefon görüşmesi yapıyordu. Telefonun öbür ucundaki devlet hastanesi acil servis doktorlarından Nurten’di. – Bizimkine ilk müdahaleyi sen yapmıştın. Taburcu edilmeden kaçıp sığınma evine başvurmuş. Haberin olmadı mı? Neden engel olmadın? İtibarım beş paralık olacak. – Mümtaz, bu sefer fena yapmışsın,…

Devamını Oku
EDEBİYAT 

İNCİTİLMİŞ YAŞAMLAR (1)

Şehrin batısındaki yerleşimlerin kıyısında, kendi kederli yalnızlığında akıp duran tam zamanlı dere yeni gelişmelere gebeydi. Gökyüzünde aniden beliren bulutlar havayı kapatmaya başlamıştı. Kuzey rüzgârlarıyla devinen gri bulutlar, artık daha kasvetli daha heybetliydiler. Bulutlar, derin bir sessizlik içinde çok şey anlatan topraklara içini dökeceği anın beklentisiyle devinirken, kadim kentin savcılık bürosundan çıkan ivecen bir araç şehrin bu tarafına doğru ilerlemekteydi. Yüzyıllardır çevresinden geçtiği kayaları aşındırıp törpüleyen, küçük menderesler çize çize köpürerek şehvetle kavuşacağı derin suların özlemiyle yanıp tutuşan ve haritalarda adı dahi olmayan bu küçük akarsu, kim bilir kaç saattir içindeki…

Devamını Oku
EDEBİYAT 

BİR AYKIRI KADIN, KELEBEK ÖMÜRLÜ AŞ(I)KLAR

Maslow Piramidi’nin orta katında yer alan sevgi ve ait olma gereksinimi kadın ya da erkek bazı insanlar için piramidin tabanındaki temel gereksinimlerden biridir. Bu yazıya konu olan ana karakter de sevgi ve ait olma gereksinimini hava, su ve gıda gibi en temel gereksinimlerle aynı basamağa, İhtiyaçlar Piramidi’nin tabanına yerleştiren bir kadın: Nahit Gelenbevi Fıratlı’dır. Nahit Hanım, 1909’da Girit’te doğdu. Özgür, hoşgörülü bir ortamda büyüdü. İlk ve ortaokulu İstanbul’un Kandilli semtinde okudu. Erenköy Kız Lisesi’nde tamamladığı ortaöğreniminin ardından İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü’nü bitirdi. Kadro sıkıntısı nedeniyle öğretmenlik hayatına felsefe…

Devamını Oku
EDEBİYAT 

SONSUZ AŞK

Bu yıl biraz geç kaldığımı kabul ediyorum. Aslında biraz da yaşlandığımı kabul etmem gerek sanırım. Dört haftadır yollardayım. Eskiden bu denli yorulmazdım. Artık daha sık mola veriyor ve daha uzun kalıyorum molalarda. Çok değil geçen yıl bu zamanlar birkaç gün öncesinde sıcak yuvama, Ivica’ma kavuşmuştum. Ivica’yı sekiz aydır görmüyorum. Onun özlemi olmasaydı bu yolları hiç çekemezdim. Ahh! Ivica’m, biricik aşkım. Bensiz ne yapıyorsun? Sen de beni özledin mi? Ne bir ses, ne bir haber; dile kolay, tam sekiz ay. Sekiz yıl, on sekiz yıl görmesem yine de eksilmeyecek bir sevgiyle…

Devamını Oku
EDEBİYAT 

‘YAŞAMAK NE GÜZEL ŞEY; ÖLSENE DEDİ BANA…’

“Bir köylü toprağını ve öküzünü, bir marangoz tahtasını ve rendesini nasıl severse ben de Türk dilini öyle seviyorum” diyen Nâzım Usta’nın nüfus kaydında 15 Ocak 1902 yazar. Kendisi de nüfus cüzdanında yazan tarihi doğum günü kabul etmiştir. Acaba bu tarih gerçekten de Nâzım Hikmet’in doğum günü müdür? Nâzım Hikmet’in halasının eşi Memduh Ezine, önemli bir hukukçuydu ve o yıllarda anılarını yazıyordu. Memduh Bey’in oğlu Orhan Ezine, anıları koruması ve sahip çıkması için amcasının kızı Halet Çambel’e verdi. Memduh Ezine’nin anılarında belirtilen tarihe göre, Nâzım Hikmet, 17 Ocak 1902 günü Selanik’te…

Devamını Oku
EDEBİYAT 

AŞK AŞISI (3)

Yıldız Sarayı’nda Sultan Abdülhamit huzurundaki Sadrazam Mehmet Said Paşa ve vezirler ile sarayın hekimbaşısı istişare ediyorlardı. – Mehmet Said Paşa, bre vezirlerim, bre hekimbaşı, bu bize rabbimizin bir cezası mıdır? Yüce Allah bizi imtihan mı etmektedir? Bu kaçıncı kuduz vakasıdır? Bu kaçıncı ölümdür? Mehmet Said Paşa, boyun bükerek: – Sultanım, elimizden geleni yaptık. Payitahttaki tüm köpekleri toplattık. Teknelerle Hayırsız Ada’ya doldurduk. – Peki, bu kadar can kaybına ne diyorsun, hekimbaşı? Hekimbaşı iki büklüm ve çaresiz, adeta ağlamaklı: – Ulu Hünkâr’ım elimizdeki tekmil ilaçlarını en mütenasip şekilde tedarik ediyoruz. Hastalarımızı murakabe…

Devamını Oku
EDEBİYAT 

AŞK AŞISI (2)

26 Temmuz 1874 Pazar günü Paris’te Seine Nehri’nin kuzey kıyısında yükselen gotik mimarinin en önemli yapıtlarından biri olan Notre Dame Katedrali’nde ayin biteli otuz dakika olmuştu. Cemaatten sona kalanlar yapıyı tek tek terk ediyorlardı. Bu muhteşem binanın batı cephesinde dantel gibi işlenmiş taş duvarlarıyla iki yüksek çan kulesinin arasında kalan görkemli ahşap giriş kapısının önünde Paris Başpiskoposu Guibert ve yanındaki din adamları Paris gündeminin kritiğini yapıyorlardı. Başpiskopos Guibert: – Ulu Tanrıya şükürler olsun ki geçtiğimiz perşembe günü Fransız Ulusal Meclisi’nde yapılan toplantıda Fransa-Prusya Savaşı sırasında hayatlarını kaybedenler anısına görkemli bir…

Devamını Oku
EDEBİYAT 

AŞK AŞISI (1)

Gergin görünüyordu. Yıllardır hiç yapmadığı şeyi yapmış, bir haftadır tıraş olmamıştı. Yakın gözlüğünü kutusundan çıkardı. İpini boynundan geçirdi. Burnunun üstüne yerleştirdi. Gazetelikte üst üste duran gazetelerden en üsttekini çekti aldı. Açtı. Manşet, on iki sütundan yüzüne gözüne haykırıyordu: “Fırsatçı Virüsü Salgını” Yeni koronavirüs salgınını fırsat bilip fahiş fiyata mal satanlardan söz ediyordu. Canı zaten çok sıkkındı. İçinden okkalı bir küfür geçti. Yıllar önce babasının savurduğu türden, ağza yakışanından. “Günlerdir ev Mor Gabriel keşişlerinin mağara çilehanesine döndü, tıkıldık kaldık” diye düşündü. Kendi kendine söylendi: – Biz sefil fare gibi kapana kısıldık,…

Devamını Oku
EDEBİYAT 

BİR ZAMANLAR

Güneş çoktan kavurucu ışınlarını toparlayıp eflatun dağların ardındaki sığınağına çekilmeye başlamıştı. Yeryüzünde bütün gün hüküm sürdüğünden, ısınan topraktan yükselen buğu ufukta yanılsamalar yaratıyordu. Gökyüzünün uzak kısımlarında portakal rengi bir hüznün çizgisel nağmeleri asılı kalmıştı. Kuşların çoğu, günlük mesailerini tamamlamış beyaz yakalıların huzuru içinde yuvalarının sıcaklığına teslim etmişti kendini. Yolunu şaşıran tek tük aceleci kuşun çığlıkları sessizliği yırtıyordu. Biraz sonra yerlerini, gece kuşlarına bırakacaklarını müjdeliyorlardı. Uzaktan, çok uzaktan, yalpalaya yalpalaya, tozu dumana katarak gelen minibüsün aksırıklı tıksırıklı motor gürültüsü ile şoför Mehmet Emin’in etraftaki esnaflara selam vermek için arada bir bastığı…

Devamını Oku