EDEBİYAT 

DİYAGONAL DİYALOGLAR – 8: PASTORAL

+ Şu manzaranın güzelliğine bak. İnsan bakmalara doyamıyor. Sence de güzel değil mi? Şimdi içine dalıp yuvarlanmalı. Çocukken söylediğimiz bir şarkı vardı: “Kıır çiçekleri ovalara yayılıır…” – Karşıdan bakması daha güzel. İçinde olunca ürperiyorum ben. + Olur mu? Çimenler, çiçekler, kelebekler… “İinsan yine hayran olur sarılıır…” – İşte, o çimlerin arasında dolanan karıncalar, böcekler kaşıntı yapıyor bende. Lafı bile yetti; bak, tüylerim diken diken oldu! + Yapma böyle. Onların doğal ortamı bu, evi. Yakından baksan her birinin ne harika, ne benzersiz olduğunu görürsün. “Bal yapanlar peteklere konarlar…” – Elimde değil,…

Devamını Oku
EDEBİYAT 

DİYAGONAL DİYALOGLAR – 7: TARAZLI SÖZLER

– Bizim geçmişimiz çok köklü. Ta nerelerden bugünlere taşıdığımız nice zenginliğimiz var. Bize hiçbir şey olmaz, Alimallah. + Hangi zenginlikler? – Baksana, yedi iklim, dört mevsim aynı anda yaşanan bir coğrafyamız var. Her bir şehir kendine özgü. Hatta kasabalara gittiğinde bile değiştiğini görebilirsin. + Kültürel zenginliği mi söylüyorsun? – O da var. Öyle değil mi? + Elbette, haklısın. Çok faklı uygarlıkların mirasçısı olmamız, bize böyle bir zenginlik sunuyor. – Böyle söyleyerek bir çeşit inkârcılık yaptığını anlamıyorum sanma. Ne uygarlığı? Bizi biz yapan tarihsel zenginliğimizi, geleneklerimizi, göreneklerimizi göz ardı edemezsin. Bu…

Devamını Oku
EDEBİYAT 

DİYAGONAL DİYALOGLAR – 6: DEĞİRMİ SÖZLER

– Nenem “El eli yur, el de yüzü yur” derdi. + Onu biliyorum, “El eli yıkar, iki el de döner yüzü yıkar” diye duymuştum. – Evet, değişik söylendiği oluyor. Ama “yur” daha özüne uygun; “yıkar” biraz oynanmış gibi geliyor. + Çağ değişiyor, eski haliyle bırakmak yeni jenerasyona hitap etmiyor. Dil de ister istemez onların anlayacağı gibi dönüşüyor. Dili canlı, devimsel bir varlık gibi görmek gerek. – Onlar da biraz kafa yorsunlar, canım. Önüne hazır koyalım, lop diye yutsunlar; oh, nereden geliyorsa bu yoğurdun bolluğu? + Sadece onlar değil, bizim jenerasyon…

Devamını Oku
EDEBİYAT 

DİYAGONAL DİYALOGLAR – 5: KAYGAN BOŞLUK

+ İnsan ölünce yok olmuyor. Sevdiklerinin her birinde bir parçasını bırakıyor. Onlarda yaşamaya devam ediyor. – Sorun da tam olarak budur belki. Unutabilseydik daha kolay olmaz mıydı? + Sence unutulmayı ister miydi? İnsan asıl unutulduğunda ölmez mi? – O bunu nereden bilecek? Ölüm, kalan için başa çıkılmazdır; giden, sıyrılır gider. Ardında derin bir boşluk, uğultulu bir sessizlik bırakır. Gerideki için onun bıraktığı boşluğun uğultusu başa çıkılması gereken bir mesele olur. İnsanın dişi düştüğünde bile alışması günler sürer. Dilin her değdiğinde aklına düşer; yoklayıp durursun, dişinin ardında bıraktığı kaygan boşluğu. +…

Devamını Oku
EDEBİYAT 

DİYAGONAL DİYALOGLAR – 4: VEREV

– Duvar ustası gibi aşağıya doğru salman gerekir. – Ne lüzumu var bu kadar mekanik bakmanın; göz var, izan var. – Ustanın saldığı şakul, gözün görmediği verevi gösterir. – Tamam, duvar ördüğümüzde şakulü salarız; ama mesele insan olduğunda böyle salmalar netice vermez. Biraz idareli olmamız gerekmez mi? Bazı dengeler vardır ve bizim de o dengelere hak ettikleri ehemmiyeti vermemiz lazım gelir. – Muhterem, sana da bazen fazla hassasiyet gösteriyormuşsun gibi gelmiyor mu? – Hassasiyet? – He-e! İdare etmeler, dengeler, ehemmiyet vermeler… Bak, bu işler üzerinde o kadar kafa yorup oyalanmaya,…

Devamını Oku
EDEBİYAT 

DİYAGONAL DİYALOGLAR – 3: BERHUDAR

– Berhudar ol. – Sağ ol. Sen de ol berhudar. – Sen biliyor musun, ne demektir “Berhudar ol”? – Bilmiyorum. – E, ne demeye dedin o zaman? Ya iyi bir şey değilse? – İyi olmasa sen söyler misin bana? Belli ki iyi bir şey. – Hah hah ha! Doğru, iyi bir şey. Bir iyi dilek sözü. Ama çocuklar büyüklere söylemezler. Büyükler söyler. Büyük lafıdır. – Anlamı ne peki? Başka bir dilde mi? – Başka bir dilden gelmiş. Bazı durumlarda diller, komşu dillerden bazı kelimeleri, sözleri alırlar ve kullanırlar. Karşılıklı bir…

Devamını Oku
EDEBİYAT 

DİYAGONAL DİYALOGLAR – 2: BOZUK

– Bozuk bu. – Bozuk değil, iş görüyor. – Nasıl iş görüyor? Çalışmıyor işte! – Benim işimi görüyor, karışma sen. – Sen ne yapıyorsun ki bununla? Başka bir şey için mi kullanıyorsun? – Yapıyorum işte bir şeyler. Ne kadar uzattın. Bırak, kurcalama artık. – İstifçisin. Biliyorsun, değil mi? – Hayır, efendim! Hiç de değil; tutumluyum ben. Savurgan değilim. Atmıyorum, lazım olur bir gün diye saklıyorum. – E, ne farkı var? – Şu farkı var: Senin dediğin, çöpleri biriktirir. Ben hasta değilim. Laflarına dikkat et! – Tamam, kızma hemen. Ben sadece…

Devamını Oku
EDEBİYAT 

DİYAGONAL DİYALOGLAR – 1: RENK VE KOKU…

– Papatyalar ne güzeller, değil mi? – Evet, güzeldir. – Bir arı olsaydım ya da bir kelebek, papatyadan başkasına konmazdım. – … – Düşünsene, ikimiz uçuşurken geliyoruz, papatyaya konuyoruz. Ortasındaki sarısına batıyor ayaklarımız, sarılar bulaşıyor her bir tarafımıza, sapsarı oluyoruz. Baştan ayağa papatya sarısı oluyoruz. – … – Beyaz yaprağına geçip şöyle bir yaslanıyoruz, güneşe karşı kafanı geriye doğru atıp dinleniyoruz. – … – Papatyanın yağı bedenimizi sarmalıyor; yumuşacık, tertemiz… Harika, değil mi? – … – Tam bir papatya oluyoruz. – … – Hafif bir rüzgâr esince papatyayla beraber salınıyoruz……

Devamını Oku
POLİTİKA 

BİZİM TÜRKÜMÜZ

HELİN BÖLEK İÇİN… “(…) Kahramanlarımızın sıcaklığıyla, özlemle kucaklıyorum. Nasılsın? Öncelikle geciktiğim için kusura bakma, olur mu? Bu birkaç hafta mektup konusunda tutuk kaldım biraz. Yazamadım bir türlü. Baksana, iki mektup arasında bile sevdiklerimizi uğurlamış oluyoruz sonsuzluğa. Bunun yarattığı duygu, kıvrandıran bir acının ötesinde bir şey olmalı, değil mi? Sevgiyle kin kardeştir derler. Beraber büyürlermiş. Bahsettiğim kin, kör bir nefret, şuursuz bir öfkeden ibaret değil. Seni sen olduğun için, aç, yoksul olduğun için öldürene, zulmedene duyduğun kindir. Niçin zulmeder? Çünkü o da senden nefret eder. Bu, varlık-yokluk meselesidir. Onların zenginliğidir, bizim…

Devamını Oku
EDEBİYAT 

BÜTÜN ÖBEKLER PORTAKAL ÇİÇEĞİ

Fakülte binasından çıktı. Bahçe de dar geldi. Esasında kendine sığamıyor; içindeki genişleme duygusu yerinde durmasına engel oluyor. Fakültenin bahçesinden de atıyor kendini dışarı. Yüksek duvarsız alanlara çıkması gerek. OLMAYACAK ŞEYLERİN OLDUĞU ZAMANLAR Fakültenin önündeki yola çıkacakken önünden bir at arabasına doluşmuş çocuklar şimşek gibi geçiyorlar. Neredeyse onu da alıp götüreceklerdi… Peşlerinden imrenerek bakıyor. Bağır çağır bir coşkuları var ki deme gitsin! Çangıl çungul, rengârenk, irili ufaklı 5-6 çocuk at arabasıyla turlamaya çıkmışlar. Birden, sapa yollara girip kırlara sürüyorlar arabalarını. Aslında hurda demir devşirme bahanesiyle çıkmışlar; ama doğaya firar ediyorlar işte.…

Devamını Oku