ŞİİR 

KÜLLER IRMAĞI

Kekik,                Ebem gömeci, Isırgan otu kokan o mavi denizde Göğün uçurtmaları bulutlar, ulu tanrıya kurbanlar adadı. Daha doğmadan toprağın bağrında fideler, Boş beyni çevreleyen başa kurban gittiler. “Kirpiğin üstünde çeğmelenen” kaşı alnının çatından vurdu, Bir deri bir kemik kalmış umut. Kader, boğaza düğümlenen lokmanın bitmek bilmez günahıydı, Ve henüz edilmemiş duanın sevabıydı türküler. Türküler “yâre doğru” değil, “yara dolu”ydu. Onun için her türkü biraz âdemoğlu, biraz Anadolu’ydu… Küller ırmağının suyundan içti bülbüller, güller, börtü böcekler Gölgesi satılmış ağacın dalından kopan parça saplandı âdemoğlunun…

Devamını Oku
FELSEFE POLİTİKA 

RADİKAL KÖTÜLÜK

Egemenlik ve tahakküm ile organize kötülük eş zamanlı olarak mı ortaya çıkmıştır? Kötülüğün yayılışını ve sıradanlaşmasını tanrısal bir mesele olarak görenler ile tanrıyı insan ürünü olarak görenlerin konuya bakışları sürekli çatışma halinde olmuştur. Kötülüğü insani bakış açısının kazaya uğramış hali olarak görmek iyimserlik midir yoksa safdillik mi? Doğada her şeyin kendi içerisinde bir düzeni vardır, o nedenle kötülüğe rastlayamazsınız. Geyiği yakalayan aslana duyulan öfke, doğanın kanunlarına yabancılaşmadandır. Oysa aslanın bunu yaşamak için yaptığını bilmeyen yoktur. Buna kötülük denemez. Asıl üzerinde düşünülmesi gereken, canlıyı kendi benliğinden, vicdanından, düşüncelerinden uzaklaştırarak doğal formunun…

Devamını Oku
TOPLUM 

“BAY ALKOLÜ TAKDİMİMDİR…”

“Kendi içmez, içeni kınamaya bayılır/ yüzünden aldatmayla sahtekârlık yayılır/ şarap içmiyor diye kasılıp gezer ama/ yedikleri yanında şarap meze sayılır.” – Ömer Hayyam Çin’in Jiahu neolitik kentinde testiler üzerinde yapılan kimyasal analizlerde alkol tortularına rastlandı. Bu tortular M.Ö. 7000-6650 yıllarına dayanıyordu ve fermente edilmiş üzüm, alıç, bal ve pirinçle yapılan içkilerin varlığına işaret ediyordu. Alkolün (maya meselesi temel alınırsa) ekmekten önce bulunduğunu söylemek yanlış olmaz. Yarı evcilleştirilmiş mayayla yapıldığı bilinen “ilk mayalı ekmek”, Mısır’a ve M.Ö. 1000 yılına dayanır. Aslında içine maya katmazsanız 8000 yıl öncesine kadar gidebilirsiniz. Alkolün köklü…

Devamını Oku
EDEBİYAT FELSEFE 

AŞK; İLAHÎ

İlahî aşkın, vahdet-i vücut ile başlayan ve Enel Hak’ka kadar giden, kimi yerde ruh ile bedeni kavga haline sokan (İnsan – Tanrı – Âlem) bir yolculuk olduğunu belirtmiştik. Yolculuk varlıktan hiçliğe doğruydu. Hiçlik, tanrı ile yek olmanın adıydı. Âdemoğlunda ise aşkta yolculuk kalpten kalbe doğrudur. Ve ruh ile beden kavga halinde değildir, ortak çıkar için hareket eder haldedir. Aşk, tarafsız bir cenk halidir ve bu cengin kaybedeni olmadığı kadar kazananı da yoktur. Nâzım Hikmet’in ‘Tahir ile Zühre Meselesi’ şiirindeki şu dizeleri hatırlayın: “Yani sen elmayı seviyorsun diye/ Elmanın da seni…

Devamını Oku
ŞİİR 

SIR

  Dört kapıdan kırk makamdan Şeriattan, tarikattan Üçüncü de marifetten Er deyince hakikate ermiş idim Ol deyince O, olmuş idim.   Hallac oldum kol, bacağın kesildim Nesimi’yle dava oldum yüzüldüm Yesevi’yle mana oldum çözüldüm Dost bağında postum ile serildim Gel deyince küllerimle sarıldım.     Banaz’a gittim Pir Sultan’dım, asıldım Şarkışla’da Âşık Veysel, çalındım Sonra Gemerek’te yolun çevrildim Hak yurduna ateş oldum, kül oldum Gel deyince ben o yola gül oldum.

Devamını Oku
FELSEFE TOPLUM 

İLAHİ AŞK / İLAHİ İMLA

‘İlahi aşk’ın esası ‘vahdet-i vücut’ (varlığın bir “tek” oluşu) düşüncesidir. Varlık, “Mutlak Varlık” ile O’nun aynada yansımalarından oluşan görüntülerden ibarettir. Bu bağlamda “vahdet-i vücut”, tanrı-âlem-insan ilişkilerini açıklayan düşünce sistemidir. Bu üçlü ilişkinin Muhyiddin İbn Arabî tarafından sistemleştirildiği söylenir. İnsan, insanın içinde yaşadığı âlem ve bu âlemi yarattığı düşünülen tanrı. Arabî, “Varlık birdir, o da Hakk’ın varlığıdır” derken tam da bundan bahseder. İlahi aşk El-Hak’la ilgili değil, En’el Hakk’la ilgilidir. El-Hakk, tanrının kendisi değil, bulunduğu yerdir. İlahi aşk, tanrının bir parçası olduğunun farkına varmak ve bedenin değil, ruhun doyurulması gerektiğini düşünmektir.…

Devamını Oku
FELSEFE TOPLUM 

DÜZENİN YABANCILAŞMASI VE DÜZENE YABANCILAŞMA

“Yabancılaşma” kavramını tarihte ilk kullananın Plotinos (M.S. 205-270) olduğu söylenir. Plotinos, “Var olan tek bir şeydir. O da tindir, Tanrı’dır” der. Plotinos O’nu “bir” olarak adlandırır. O’nun haricindeki tüm şeylerin O’ndan var olduğu, başlangıcının “O” olduğu tezinden hareket eder. Bu “aşkın ‘bir’den” her şeyin çıkması varlık hiyerarşisi şeklinde olur. Oysa yaşamda aşkın olanın “düşünen insan” olduğu varsayılırsa, Plotinos’un düşüncesine yüzyıllar sonrasından bir muhalefet şerhi düşülebilir: “Daha Allah ile cihan yok iken/ Biz anı var edip ilan eyledik/ Hakk’a hiçbir layık mekân yok iken/ Hanemize aldık mihman eyledik.” – Edib Harabi…

Devamını Oku
ŞİİR 

GİTMEDEN KAVUŞMAK

Ardında bir katliam yapmadan Gitmek mümkün değildir… Onun için Herkes bilmez gitmesini Sevdiğine bölmeden kendisini…   Sevdiğine böldüğün her şey Çoğuldur özünde Sırf bu nedenle Yazılır tüm hikâyeler Ömrün parantez içine…   Gideni sırtından öpmek Gitmelere alışmaktır. Alnından öpmesini bilmek, Gitmeden kavuşmaktır.

Devamını Oku
POLİTİKA TOPLUM 

İLERİCİ GERİCİLİK – DOĞU

İslamiyet öncesi dönemde göçebe yaşam tarzı, –sürekli hareket halinde olan topluluklar açısından– özel mülkiyete izin vermiyordu. Ortak kullanım alanları topluluğun malıydı. Töreler, gelenekler kısmen de olsa eşitliği savunmaktaydı. Toplumsal yapının değişmesi için yerleşik hayata geçilmesi ve ticari alışkanlıkların dönüşüme uğraması gerekiyordu. Öyle de oldu. Yerleşik yaşam göçebe toplumun yapısını alaşağı etti. Bunun en belirgin görüntüsü “kadın” konusunda yaşandı. Üretimde başrol oynayan, çadırda başköşeye oturtulan, düşüncelerine başvurulan kadından, cariye olan, tek erkek için kavgaya tutuşan ve doğurganlık özelliği dışında dikkate alınmayan, bir erkeğin şahitliğinin karşısına iki kadının konduğu evrilme yaşandı. Tanrının,…

Devamını Oku
POLİTİKA TOPLUM 

İLERİCİ GERİCİLİK – BATI

İnsanoğlu, birbirini destekleyen gelişim süreçlerinin yerine aynı denklikte gerileme süreçlerini yarattı. “İki adım ileri bir adım geri”, yerini “iki adım geri bir adım daha geri”ye bıraktı. Küçük azınlığın zorbalığıyla nihayete eren bu süreç, “âlimine gem vurulan – cahiline saygı duyulan” ilerici gericiliğin iktidarıyla sonuçlandı. Takvimler 1215’i gösterdiğinde İngiltere’de kral ve soylular arasında yaşanan yetki çatışması ayyuka çıkmıştı ve dönemin derebeylerinin (soylularının) baskısıyla İngiliz Kralı John’a Magna Carta Libertatum imzalatılmıştı. O zamana kadar mutlak otorite sahibi birinin yetkilerinin bir kısmından feragat etmesi görülmüş vaka değildi. Zamanla bu anlaşmanın tarihsel olarak önemli…

Devamını Oku