VİRÜSLERİN MAKÛS TARİHİ VE KONFÜÇYÜS AHLAKI
-ANKARA-
Gezegenimizi kasıp kavuran ve adına da koronavirüs (COVID-19) denilen salgınla ilgili kafa yorma oranı maksimum seviyeye ulaşmış durumda. Konunun sıkıcılığı herkesin bir şekilde virüs üzerinden bir yerlere varma çabasından kaynaklanıyor. Tarihte onca devlet adamının, düşünürün, toplumsal olayın alamadığı yolu yeniyetme bir virüse yüklenen misyonla alma çabası enteresan bir çaba. Kimi yerde insanlığın geldiği noktayı küçümseyici de bir çaba. Elbette ki bu salgın ilk olmadığı gibi son da olmayacak. Ancak insanlığın hanesine “zararın neresinden dönülürse kâr sayılacak” bir durum olarak not edilecek. Kalanlar; olanları ve ölenleri unutacak.
Kayıtlara geçmiş ilk salgın hastalığı olan “veba” mikrobunu Roma İmparatorluğu (M.S. 165-180) askerlerinin Doğu’dan getirdiği söylenir. Salgın, 2 bin insanın ölümüne neden olur. Dönemin nüfusu düşünüldüğünde sayı kimilerine az gibi gelebilir; ancak bu sayı o dönem imparatorluk nüfusunun yüzde 30’una tekabül etmektedir. Yine M.S. 541 yılında “Justinyen Vebası” olarak bilinen hastalık Konstantinopolis’te, bugünkü adıyla İstanbul’da ortaya çıkar ve fareler aracılığıyla yayılır. İstanbul nüfusunun yüzde 40’ı yok olur. Mezar yerleri dolduğundan ölülerin denize atıldığı kayıtlara geçer. Yine M.S. 1346-53 yılları arasında “Kara Veba” salgını baş gösterir. Kara veba yaklaşık 200 milyon insanın ölümüne neden olur. Salgın Avrupa nüfusunun yüzde 30 ila 60 oranında azalmasıyla sonuçlanır. Bu hastalık o zamana kadar “dini ticarete ve siyasete alet edenlerin” yoksul halk üzerindeki hâkimiyetinin sorgulanmasıyla beraber “Reform” hareketlerine ve sanatta da “Rönesans” atılımlarına neden olabilecek uyanmanın da fitilini ateşler.
15’inci yüzyılda da “suçiçeği”, Amerikan yerlilerinin yarısının ölümüne neden olur. 16’ncı yüzyılda “Cocoliztli Salgınları” ise Meksika ve civarında başlar, Venezuela sonrasında Kanada’ya kadar yayılır. Bilanço yine çok ağıdır: 15 milyon! Tarihteki “kolera” salgınlarında da milyonlarca insan ölür. Yine 1800’lerin ortalarında ortaya çıkan ve 4-5 yıl süren üçüncü veba salgınında 12 milyona yakın insan ölür. Birinci Dünya Savaşı yıllarında “tifüs” salgını 3 milyondan fazla insanın ölümüyle sonuçlanır. Takip eden yıllarda “İspanyol Gribi” (Enflüanza Virüsü – H1N1), 500 milyon insana bulaşır, 50 ila 100 milyon insanın ölümüne neden olur. 1957 Asya Gribi’nde 4 milyona yakın insan ölür. 20’nci yüzyılın ortalarında maymundan bulaştığı tahmin edilen “HIV” virüsü, bilinen adıyla “AIDS”, 30 yılda 35 milyon insanın ölümüne neden olurken tıp literatürüne “tedavisi olmayan” bir hastalık olarak geçer.
İnsanlık tarihi sadece virüslerin tarihi değildir. Konfüçyüs (M.Ö. 551-479), insanla yaşam arasındaki bağı sağlamlaştırmak için kafa yorar. Konfüçyüs’ün inancının felsefi yanı dikkat çekicidir. İnsana dair insanda olması gereken 5 şeyi temel alır. Bunlar; “ağırbaşlılık”, “cömertlik”, “samimiyet”, “doğruluk” ve “nezaket”tir. Buradan üstün insana varmaya çalışır. “Üstün insan” ile “küçük insan” arasında karşılaştırmalar yapar. Aradaki farkın insanlığı doğruya daha çabuk ulaştıracağını düşünür. Büyük ve üstün insan yalnız doğruluğu, küçük insan ise yalnız faydayı düşünür (Konuşmalar, 6/3; 4 / 11,16). Konfüçyüs’e göre asıl olan iç güzelliğidir.
Konfüçyüs’ü toplum geniş bir aile gibi kabul eder. “Üstün insan daima saygı görür, diğerlerine karşı saygılı olur ve bütün dünyada herkes onun kardeşi olur. ‘Üstün insan’, kardeşleri olmadığı için neden üzüntü duysun?” (Konuşmalar, 12/5). Konfüçyüs’e göre tüm insanlık kardeştir. Ya da en azından o potansiyele sahiptir. “İnsan hayatına rehber olabilecek bir şey var mıdır?” sorusuna, “Yapılmasını istemediğin şeyi başkalarına yapma” diye cevap verir. Ben buna “Mütekabil Saygı” diyorum, Konfüçyüs ise buna “Altın Kural” der. Adil insanlar yüce gönüllü ve cömert insanlardır aynı zamanda. Ahlaklıdırlar, sevgi doludurlar. Özde de, sözde de birdirler. Konfüçyüs’ün altın kuralının “Alevilik” felsefesinin temelini oluşturan “Eline, diline, beline sahip ol” kuralıyla benzeşmesi tesadüf değildir. Doğruyu samimi olarak arayan herkesin bir şekilde bir yerde yolu kesişir.
Gezegenimizi, “evrensel fazilet” (erdemli, ahlaklı insan) ilkesinin önemini kavrayan insanlar kurtarabilir. Ülkeleri yönetenlerin kişisel özellikleri belirleyicidir. Erdemle ve iyi ahlakla bezenmiş yöneticiler, ülkelerarası sınırların bencil insan egosunun temsilinden başka hiçbir anlam ifade etmediğinin kanıtlarıdır. İnsanlığın duygularını paylaşabilmede “iyilikseverlik”, “dayanışma”, “hoşgörü”, “cömertlik” ilkelerinin önemini dile getirmek aynı zamanda doğanın bir parçası olmak demektir. Doğanın bir parçası olduğunu düşünen ve yaptığı eylemin sonuçlarını tahmin edebilen insan, altın gibi bir kalbe sahiptir.
İnsanlığın kurtuluşunun, dayanışma ruhuna sahip, iyi ahlaklı, yardımsever, ortak acıyı da tıpkı ortak mutluluk gibi paylaşabilen, altın kalpli insanlardan geçtiğine şüphe yoktur. O vakit, üstün insan olunur mu? Bilinmez; ancak üstüne düşeni yapmanın içsel rahatlığıyla yastığına kafasını huzur içinde koyabilir ve hiçbir “virüs” de yaşamını zindan edemez.
Son söz: Gezegenin altın kalpli insanları, birleşin!