NOBEL EKONOMİ ÖDÜLÜ VE ELEŞTİRİNİN ELEŞTİRİSİ
-ANKARA-
Prof. Dr. Daron Acemoğlu, Nobel Ekonomi Ödülü’nü kazanan ilk Türk oldu. Orhan Pamuk ve Prof. Dr. Aziz Sancar’dan sonra ise Nobel Ödülü kazanan üçüncü Türk… Prof. Acemoğlu, Review of Economics and Statistics ile Journal of Economic Growth dergilerinin yardımcı editörlüğünü yürütüyor. Aynı zamanda Dünya Bilim ve Sanat Akademisi üyesi.
Bilim ve Sanat Akademisi’nin kökenleri, Albert Einstein’ın 2 Ağustos 1939’da Franklin D. Roosevelt’e gönderdiği ve Leo Szilard tarafından kaleme alınan bir mektuba kadar uzanıyor. Mektupta; uranyum kullanan fisyon zincirleme reaksiyonları üzerine yapılan son araştırmaların bir zincirleme reaksiyonla büyük miktarda güç üretilebileceğini ve bu gücü kullanarak “son derece güçlü bombalar” inşa etmenin mümkün olduğu söyleniyordu. Ayrıca Almanya’nın böyle bir silah geliştirmek için çalışıyor olabileceği de öne sürülüyordu. Oysa en az Almanya kadar yıkıcı olabileceği tahmin edilmesi gereken başka bir ülke daha vardı: ABD! Hiroşima ve Nagazaki’ye attığı atom bombasında birkaç dakika içinde şehirler neredeyse ortadan kalkmıştı. 60 ila 70 bin kişi ölmüş, 140 bin kişi yaralanmış ve evsiz kalmıştı. Patlama sonrasında radyasyon 100 bin kişiyi etkilemiş, şehirdeki 90 bin binadan 60 bini yerle bir olmuştu. Dünya Bilim ve Sanat Akademisi’nin kurulmasının temel sebebi: Dünyanın başına gelen en büyük tehlikenin insanoğlu olduğunun ve yanlış ellerde bilimsel çalışmaların gezegen için geri dönülemez etkilerinin olabileceğinin birincil elden, yani bilim insanları tarafından fark edilmiş olmasındandı. Uluslara bilimsel danışmanlık hizmetini vermeyi amaçlayarak insanlığın ilerlemesini hedefleyen bilimsel bir oluşumdan bahsediyoruz. Akademinin tırnak içinde “demokratik” olmayan tek yanı; üyelerinin ölene kadar görevde olmasıydı. Tüm bunlar olurken dünya ekonomisi kimi zaman daralarak (resesyon), kimi zaman genişleyerek (hane halkı ve işletmelerin gelirlerinin yukarı yönlü hareketi) varlığını sürdürdü.
Kapitalist ekonomik modeldeki gelir artışı kavramı öncelikle işletme gelirlerinin artışı anlamına gelir. İşletme gelirlerini artırdıkça istihdamı artıracak ve bu da ekonomideki parasal döngünün artarak devam etmesi (ekonomik canlanma) anlamına gelecekti. Oysa işletmeleri var edenin de emek olduğu gerçeği hiçbir zaman öncelik kazanmamıştır. Piyasa kurallarını büyük balığın koyması, aynı zamanda piyasa ahlakının da büyük balık tarafından şekillendirilmesi anlamına gelmiştir. Sivil toplum örgütleri, işçi örgütleri buna karşı durmuşlarsa da zaman kapitalistin ekmeğine yağ sürerken emekçinin ekmeği elinden alınmıştır. Demokratik olmayan bu durum karşısında devletler de kötü yönetimlerin aldığı yanlış kararların etkisiyle özelleştirme kıskacında kalmış ve asli fonksiyonlarını yapamaz duruma gelmiştir. “En güçlü devletin en küçük devlet olduğu” yalanı devlet mekanizmasının ellerindeki sağlık, eğitim, güvenlik vb. kurumların emperyalistlerin eline geçmesine neden olmuştur. Savaş çıkarabilecek, barışı dahi kendi çıkarına göre dizayn etmenin yanında toplumu dizayna yeltenebilecek denli ceberut mekanizmalara dönüştürmüştür.
Nobel Ekonomi Ödülü’nü kazanmış olan Prof. Dr. Daron Acemoğlu, piyasalardaki ekonomik gidişatın demokratik kurumların oluşması ve etkinlik alanını artırmasıyla çıkar gruplarının alanının otomatik olarak daralacağı ve bunun da uzun vadede toplumun refahını ve ekonomiyi olumlu yönde etkileyeceği saptamasını yaptı. Kurumları “kapsayıcı kurumlar” ve “sömürücü kurumlar” olarak ortaya koyduktan sonra kurumların yapısının demokratikleşmesinin teknolojinin de toplumsal çıkar gözetilerek kullanımını ve kontrolünü zorunlu kıldığını belirtti. Bu saptama hepimizin bildiği gerçeklerin tekrar edilmesinin ötesinde “demokrasinin” hangi alanda olursa olsun insanlık için vazgeçilmez olduğunu bir kez daha gözler önüne serdi. En azından demokrasinin berbat bir rejim olduğunu, ancak rejimlerin içinde en az berbat olanının da yine demokrasi olduğunu hatırlamamızı sağladı. Oysa baştan beri ne diyorduk: İdeal olan modelde varlık sebepleri nedeniyle kurumlar zaten demokratik olmak zorundadır. Antidemokratik kurumların hukukun üstünlüğünü benimsemiş, ahlaklı, kuvvetler ayrılığını temel prensip olarak almış bir toplumda yaşama şansları yoktur, olmamalıdır. Nasıl ki obez olmuş bir vücudun sağlığına kavuşması için mutlak suretle diyet yapması ve kilo vermesi gerekiyorsa ekonomik faaliyetlerin de canlının varlığını temel alan, bireyin refahını artırırken doğanın kendini yenilemesine yardım eden, bencillikten uzak, kâr hırsıyla yanıp tutuşmayan atmosferde yapılması en öncelikli hedef olmalıdır.
Prof. Dr. Daron Acemoğlu’nu ve çalışma arkadaşlarını kutluyoruz. Ancak kapitalist kurallara göre oynanan oyunun içine sosyalistçe kurallar koyma çabası takdire şayan olsa da bu kuralların emekçiler lehine olabilmesi için “sistemsel değişikliğin” zorunluluğunun bu tip çalışmalarda dillendirilmeyen bir gerçek olarak orta yerde duruyor olduğunu da unutmamalıyız.