POLİTİKA TOPLUM 

NARİNNAME

Diyarbakır’da Narin’in katledilişinin üzerinden onca zaman geçmesine rağmen faillerinin bulunamaması şaşırtıcı mı? Ailenin birinci derece üyeleri dâhil olmak üzere içeri alınan insan sayısı dışarıdakinden fazla. Köyde neredeyse bu olayı bilmeyen yok. Narin’in mezarına Valilik kararıyla bayrak dikildiğini ve şehit statüsü kazandırıldığını da gördük ama halen suçlu ya da suçluların kim olduğunu göremedik. Az biraz mürekkep yalamış ya da hafızası kuvvetli insanlar aslında “Narin’i kim öldürdü?” sorusunun cevabının “Narin’i biz öldürdük” olduğunu bal gibi bilir. Kolluk kuvvetleri Narin olayıyla ilgili kanıt üstüne kanıt buluyor, bir o kadar da zanlıların zırt pırt değişen ifadeleri basında yer alıyor. Devletin verileri suçluların kimliğini su yüzüne çıkarıyor. Türkiye İstatistik Kurumuna (TÜİK) göre 2023 yılında güvenlik birimlerine giden veya götürülen 242 bin 875 çocuğun yüzde 12’ye yakını “cinsel istismar” nedeniyle mağdur olduğunu açıkladı. Kim yaptı bunu, dış güçler mi? Amerika mı? Yoksa bizi içerden çökertmeye çalışan düşmanlarımız mı?

Osmanlı ordusunda eşcinseller Yeniçerilere hizmet eden “civelek” olarak tanımlanmış, savaşlarda ihtiyacı karşılamak üzere civelekler taburu oluşturulmuştu. Civelek taburunda yer alan askerlerin her birini bir yeniçeri sahiplenmişti. Bu sahiplenmenin ne anlama geldiğini tahmin etmek güç olmasa gerek. Yine bu dönemde hizoğlan ya da hiz olarak adlandırılan “hamam oğlanları” vardı. Osmanlı İmparatorluğu’nda seks işçisi erkek anlamına gelirdi. Hizoğlanlarının oluşturduğu esnaf grubuna hizan denirdi. Hizoğlanlarının bir kısmı mesleklerini hamamlarda icra ettikleri için, zamanla hamam oğlanı kavramı da aynı anlamda kullanılmaya başlandı. Devlet eliyle hukuki altyapının hazırlanarak bunların devreye sokulması dikkat çekicidir.

Tanzimat Dönemi’ne gelindiğinde bir dizi yenilik devreye sokuldu, bunlardan biri de nispeten basının yaygınlaşmasıydı. Vakayi Zaptiye gazetesinin işler hale gelmesiyle Osmanlı son döneminde cinsel içerikli suç kayıtları konusunda bize aydınlatıcı bilgiler sunuldu. Vakayi Zaptiye, dava kayıtlarının kamuya duyurulması maksadıyla çıkarılmaya başlanan resmi hüviyeti olan bir gazeteydi ve dönemin dava kayıtlarına kolayca ulaşımı sağlamaktaydı. Gazetede, İstanbul mahkemelerinde görülen ceza davalarına ait kayıtlar özet şeklinde yayımlanmıştı. Kayıtlar, bugün dahi toplumun mustarip olduğu cinsel saldırı suçlarına, gazetenin yayımlandığı dönemde de sıkça rastlandığını göstermektedir. Klasik dönem Osmanlı’da bu tür suçlar Hanefi fıkhı çerçevesinde ele alınmış ve cezalar da buna göre uygulanmıştır. Had ve kısas cezalarının şüphe ile uygulanamaz olması sebebiyle uygulamada tazir cezalarına daha sık rastlanmaktadır. Nitelikli cinsel saldırı suçunun çocuğa yönelmesi durumunda ise mağdurun cinsel bir cazibeye sahip olup olmadığı ve cinsel ilişkiyi kaldırabilecek yaşta olup olmadığına bakılmaktaydı. (“Küçüğün rızası” gibi rezil bir lafın referansının nerelere dayandığını göstermesi açısından önemlidir.) Gazetede tecavüz suçlarıyla ilgili toplam on bir adet dava kaydı bulunmaktadır. Bunlardan bir tanesini örnek olarak vermemiz, konuyla ilgili ufak da olsa aydınlatıcı bilgi edinilmesi açısından dikkate değerdir. Dava on yaşında gayrimüslim bir erkek çocuğuna yönelik tecavüz suçuyla ilgilidir. Gazetenin 2 Ağustos 1869 tarihli yirminci sayısında yer alan davada, maliye kâtibi olan bir şahıs, kandırmış olduğu çocuğu kendi evine götürerek tecavüz etmiştir. Suçun mahkemede sabit olması neticesinde şahsa Ceza Kanunnâmesi’nin 197’nci maddesine göre altı ay hapis cezası verilmiştir. Suç ile ceza arasındaki orantısızlık bugünün değil dünün de sorunuydu. Kendi hukukunu oluşturamamış toplumların en büyük problem, suç ile suçlu ve ceza arasındaki illiyet bağının ilişkisinin kurulamaması ya da adil olmayan bir şekilde kurulmasıydı.

Çok değil bundan 14 yıl önce, sene 2010, yer Siirt. Siirt’te küçük yaştaki kızlara tecavüz edildiği iddiasıyla ilgili olarak 15 kişi tutuklanır, iki kamu görevlisi açığa alınır. Olaya karışanların sayısının 100’e yakın olduğu ortaya çıkar. Her şey, H.T. ile 4 arkadaşının rehberlik öğretmeniyle konuşmasıyla başlar. Kızların anlattığına göre, okulun müdür yardımcısı kendilerine tacizde bulunur, cinsel ilişkiye zorlar. Rehber öğretmen, hemen diğer müdür yardımcısıyla konuşur ve olay polise yansır. Abla S., 5’inci sınıftayken tecavüze uğrar. Korkudan sesini çıkaramaz. Esnaf arasında kulaktan kulağa yayılan durumuyla birlikte tacizci ve tecavüzcü sayısı artar. Hiçbir talebe “hayır” diyecek gücü olmayan çocuklar çikolata, şeker ya da çubuk kraker karşılığında erkeklerle birlikte olur. Okulu bırakmak zorunda kalırlar. Polis ve savcılık soruşturmayı derinleştirdikçe mağdur kızların sayısı 7’ye çıkar. Kızlardan 2’si, H. ve S.’dir. Kız kardeş ve 4’ü aynı okulda okuyor, 2’si de yine aynı okuldan mezun. Çocuk Esirgeme Kurumu yurduna yerleştirilen iki kız, savcılıkta önce üç isim verdi. Ancak yurttaki psikologlar yardımıyla kendilerini güvende hissettiklerinde, listeye 25 isim daha eklenir. Diğer kızların ifadeleriyle taciz ve tecavüz iddiasıyla sorgulananların sayısı 100’e çıkar. Daha vahimini söyleyelim, olaydan okuldaki hemen hemen tüm çocukların haberdar olduğu ortaya çıkar.

Sadece “Narin olayı” özelinde değil, toplumsal olarak suça meyilli ya da potansiyel suç makinelerini yetiştiren de toplumsal koşullardır. Narin meselesinde de görüldüğü gibi bir süre sonra asıl suçluyu unutup “Narin neden ordaydı?”, “Narin niye gördü?”, “Narin neden bu kadar meraklıydı?” denmeye başlandı. Bir sülalenin profesyonel istihbarat örgütlerine nispet yaparcasına organize bir şekilde suçu ve suçluyu gizleme çabası ve aradan sürede bir arpa boyu yol alınamaması da göstermiştir ki bizdeki problem sadece hukuki değil, aynı zamanda ahlakidir de. Anna Arend’in Suçun Sıradanlığı Teorisi burada da kendini göstermiştir. Suçu işleyenlerin ve gizleyenlerin organizasyonu devrededir. Bir toplumun aşması gereken en zor eşik suçun işlendiği uygun ortamı ortadan kaldıracak toplumsal atmosferin yaratılmasıdır. Böylece her suç işlendiğinde toplumsal bellek devreye girer ve bireyler suçun ve suçlunun başka bir galaksiden, dış güçlerin etkisiyle bizi bölmek ve parçalamak için devreye sokulduğunu düşünmekten vazgeçer.

Bu yazıya yorum yapamıyorsanızlütfen Facebook hesabınıza giriş yapınız
Paylaş:

Benzer yazılar