POLİTİKA TOPLUM 

İLERİCİ GERİCİLİK – BATI

İnsanoğlu, birbirini destekleyen gelişim süreçlerinin yerine aynı denklikte gerileme süreçlerini yarattı. “İki adım ileri bir adım geri”, yerini “iki adım geri bir adım daha geri”ye bıraktı. Küçük azınlığın zorbalığıyla nihayete eren bu süreç, “âlimine gem vurulan – cahiline saygı duyulan” ilerici gericiliğin iktidarıyla sonuçlandı.

Takvimler 1215’i gösterdiğinde İngiltere’de kral ve soylular arasında yaşanan yetki çatışması ayyuka çıkmıştı ve dönemin derebeylerinin (soylularının) baskısıyla İngiliz Kralı John’a Magna Carta Libertatum imzalatılmıştı. O zamana kadar mutlak otorite sahibi birinin yetkilerinin bir kısmından feragat etmesi görülmüş vaka değildi. Zamanla bu anlaşmanın tarihsel olarak önemli bir ilke imza attığı anlaşılacaktı.

1525’e gelindiğinde o zamana kadar meydana gelen en düzenli ve kapsamı geniş köylü isyanı (savaşı) patlak verdi: Alman Köylü Savaşı. Tıkanan bin yıllık feodalite düzeni tehdit altındaydı. Karın tokluğunun ötesine geçemeyen köylülerin yaşam hakkını korumak için son çare isyandı. Üç kampa bölünmüş Almanya’da bir kısım, düzenin sürdürülmesinden yana olan tutucu Katolik kanattı. İkinci kampı Lutherci-ılımlı burjuvalar oluştururken, en etkili kanadı ise Thomas Müntzer liderliğindeki devrimci kanat oluşturuyordu. Özellikle devrimci kanadın köylülerin taleplerinden oluşan 12 maddelik somutlaşmış önerisi, dinsel bağnazlıklara ve derebeylik düzeninin acımasız uygulamalarına cepheden bir karşı duruştu. Ünü Alman sınırlarını aşan bu mücadele sonrasında Fransa, İsviçre ve Avusturya içlerine kadar sıçrayan ve köylü savaşına dönüşen isyan, Avrupa’da etkisini derinden hissettirecekti. Avrupa asıl ilerlemenin halk ihtilali ile olacağı gerçeğini Fransız İhtilali’ne ışık tutan, etkileyen Alman Köylü Savaşı’nı yaşandıktan ve sonuçlarını gördükten sonra daha net anlayacaktı.

Takvimler 1789’u gösterdiğinde Fransa’da monarşinin başı devrilecek, yerine cumhuriyet kurulacaktı. Roma Katolik Kilisesi’nin de rahatı bozulacak ve ciddi reformlar yapmak zorunda kalacaktı. Fransa’da patlak veren olaylar sadece Fransa özelinde değil, Avrupa genelinde ezilen, horlanan, sömürülen halklar açısından o zamana kadarki birikimlerin hayata geçmiş halini gözler önüne serecekti. İhtilalci halk, monarkın “Ekmek bulamıyorlarsa pasta yesinler” gibi küstahça söylemine, pastanın içine Kral XVI. Louis ve eşinin (21 Ocak 1793) kafasını sokarak (idam ederek) cevap verecekti. Bu arada ihtilal kendi entelektüelini yaratmak konusunda da zaman kaybetmeyecekti: Voltaire, Montesquieu ve Rousseau. Aydınlar eski rejimin çürümüş olduğunu, daha iyi bir sistemle toplumsal sözleşmenin mümkün olabileceğini vurguladılar. Kitleleri ikna da ettiler. Voltaire’in sosyal ve iktisadi reform önerileri, Montesquieu’nun kuvvetler ayrımının vazgeçilmezliği ilkesi ve Rousseau’nun kişi hakları ile birlikte halk egemenliğini kuran toplumsal sözleşme anlayışı öncü ve toplumsal kabul görmüş düşüncelerdi.

1871’in 8 Mart’ından 28 Mayıs’ına kadar geçen zamanda Paris’te sosyalist hükümet (yerel yönetim) iki ay iktidarda kalacak ve “Paris Komünü” adını alacaktı. Açlık, yoksulluk ve iktidar elitlerinin adil olmayan uygulamaları bu komünü yaratacaktı. İktidar ise bu ayaklanmaya sebep olarak “ateistleri” gösterecekti. Kanlı bir şekilde bastırılan ayaklanmada 20 binin üzerinde insan (tıpkı Adana Kıyımı’nda olduğu gibi) on gün gibi kısa bir sürede katledilecekti. Komün üyelerinin 7 bin 500’ü hapse atılacak, bunların 4 bin 500 kadarı Fransız sömürgesi Yeni Kaledonya’ya gönderilecekti. Temel amaç Kaledonya halkını uygarlaştırmak(!) ve onlara Fransız inancını benimsetmek olacaktı. Ne acıdır ki haksızlığa ve despotizme karşı ayaklanan komün üyeleri Fransız yönetiminin misyonerlik faaliyetinde başkaca bir haksızlığın ana arterini oluşturacaktı. Böylece bir taşla iki kuş vurulmuş olacaktı.

Ekim 1917, namıdiğer Ekim Devrimi. Rusya’da yaşanan ekonomik sıkıntılar, köylü nüfusun akın ettiği şehirlerde yaşanan sefalet ve Çar II. Nilolay’ın otoriter yönetimi, hoşnutsuzlukların her geçen gün artmasına neden olacaktı. Sosyalist devrimin kıvılcımı 1905’te tutuşacak ve önderliğini V. İ. Lenin üstlenecekti. Rusya’da çarlık rejiminin uygulamaları despotik bir hal aldığında, halk çarlık rejimini yıkarak sosyalist bir düzen kurmanın altyapısını hazırlayacaktı. Paris Komünü deneyiminden çıkartılan derslerin de etkisiyle halkı örgütleyen önder kadrolar oluşturulacak ve bu kadrolar piramitsel bir yapı uygulayarak örgütledikleri insanlarla sistemi kökten değiştirerek yönetimi ele alacaktı.

Böylece kapitalistler dünyanın sadece kendi çevrelerinde dönmediğini anlayacak ve Soğuk Savaş’ın topu ateşlenecekti.

Hikâyenin buraya kadar olan kısmında tarihsel olayların ve yerlerin Avrupa kıtasında olması tesadüf değildir. Bahsi geçen olayların yarattığı etki ve sonrasındaki sosyolojik değişimler tüm dünyayı etkilemiştir. Ortak özelliği haksızlığa karşı duruş, özgürlük ve insanca yaşam hakkıdır. Bu nedenle aşılması gereken en önemli eşik, erk sahiplerinin elindeki sömürü silahını ortadan kaldırmaktır.

Batı’daki mücadele, egemenler (soylular, burjuva sınıfı) ile işçi sınıfı ve ezilen köylü arasında geçmişken; İslam coğrafyasında bu mücadele “Mu’tezile Ekolü” (Hz. Ali’nin hilafete getirilmesi veya Muaviye ile anlaşmazlığa düşmesi yahut Hz. Hasan’ın hilafeti Muaviye’ye terk etmesi üzerine hiçbir tarafı desteklemeyen gruplara ‘Mu’tezile’ veya ‘Mu‘tezele’ denmiştir. Bkz. ‘İslam Ansiklopedisi’) ile “Eşarilik Ekolü” (Aklın hiçbir zaman gerçeğe ulaşamayacağını, kulların ancak kayıtsız şartsız inanmakla mutlu olabileceklerini kabul eder) arasında geçmiştir.

Batı’daki süreç Doğu’da farklı bir seyir izlemiştir. Doğu’da mücadelenin sınıfsal olamamasının nedeni Asya tipi üretim tarzına bağlı olarak sınıfların oluşmamasıdır. Mücadele, din eksenli tez-antitez şeklinde vücut bulmuştur. Doğu’daki toplumların zihin dünyası, dindar ile daha az dindar olan ve dindar olmayanlar arasındaki fikirsel karşı duruşlar olarak ortaya çıkmıştır. Bu çıkışın da etkisiyle ilericilik ve gericilik konusunda mezheplerin kanaat önderleri işin içine çoğu zaman kendi ahlakını da katarak gidişi lehlerine çevirmenin yollarını aramıştır. Sonuçta, Doğu’da toprağın devletin malı olması ve devleti yönetenlerin ululaştırılması “halksız devlet” anlayışını ortaya çıkarmıştır.

Bu yazıya yorum yapamıyorsanızlütfen Facebook hesabınıza giriş yapınız
Paylaş:

Benzer yazılar