TOPLUM 

DEREYE RENGİNİ VERENLER – 1

Dersim halkına saygıyla…

Tarih, çoğu kez haklı olanın kaleminden çıkan gerçeği değil, güçlü olanın dilinin altındaki baklayı yansıtan bir bellektir. Gücü elinde bulunduranlar, olayı ya da olguyu olduğu gibi değil, işlerine geldiği gibi yansıtmanın zeminini hazırlar. Bunun için önce bir düşmanın bulunması, sonra da bu düşmanın kandırdığı çoğunluğun(!) yaratılması gerekir. Bu tablo oluşturulduktan sonra iş artık tanımlanmış düşmanı(!) ortadan kaldırmak konusunda üretilecek yöntemlere kalır. Burada ise işin içine güçlünün haklılığını(!) anlatma çabası girer. Bu, aslında gerçeğin yalanla sıvanması aşamasıdır. Hâlihazırda olan biteni gözler önüne seren belgeler ya yok edilir ya da gizlenir. Sonra gün gelir, o güçlü(!) gider, derenin altından çok sular akar; ama “derenin suyunun neden kırmızı olduğu” sorusu hiç sorulmaz/sorulamaz. Dersim, bu soruyu soranların ve dereye rengini verenlerin hikâyesidir.

Yavuz Sultan Selim, Kanuni Sultan Süleyman gibi padişahlar “Kızılbaşlık”ı bahane ederek Türkmenlere karşı terörize yöntemler uygular. Bu uğurda feodal Kürt beylerini Sünni diye desteklemeleri, etnik yapıdaki Türkmenler aleyhinde gelişmeleri pekiştirir. Bu feodal beyliklerdeki birçok Türkmen öğe, Türkçeyi unutarak özümlenir.

İmparatorluğun bekası için kardeşin kardeşe kırdırılması politikası, padişahların sadece aile içinde uyguladığı bir politika olmaktan çıkmış, halklarına (kendi gözüyle ötekilere) uyguladıkları bir politika şeklini almıştır.

1896 yılındaki dönemin mareşali Şakir Paşa ile 4’üncü Ordu Komutanı Zeki Paşa’nın yazışmaları, Dersim konusundaki belgelerin başlangıcı olarak kabul edilebilir. Bu yazışmalardan sonra Mardin Valisi Arif Bey Raporu (1903), Cemal Bey Raporu (1906) köken olarak Ziya Gökalp’in ‘Kürt Aşiretleri Hakkında Sosyolojik Tetkikler’ inceleme raporuna kadar uzanır. Ziya Gökalp bu raporu tamamlayamadan 25 Ekim 1924’te yaşamını yitirmiştir. Gökalp’in raporu her ne kadar eksik olsa da, o zamana kadar hazırlanmış en kapsamlı rapor olma özelliğine sahiptir.

GÖKALP’TEN KÜRT AŞİRETLERİ HAKKINDA SOSYOLOJİK TETKİKLER

Ziya Gökalp’in ‘Kürt Aşiretleri Hakkında Sosyolojik Tetkikler’ raporu, sosyolojinin kaynaklarıyla başlar, bölgenin özellikleri, aşiret yapıları ile devam eder. Aşiretlerin âdetleri ile ilgili anlatımlardan anlaşıldığı kadarıyla, Gökalp konuya, yani Doğu’ya hâkimdir, Kürt aşiretlerinin toplumsal özelliklerini ayrıntılı olarak irdeler. Gökalp’in raporunda göze çarpan özelliklerden birisi de, Kürtlüğü Türklükle yek değer görmesidir. Bu yek değer görüş Türklüğün kapsayıcılığını kanıtlama çabasıyla somutlaşır.

Bölgedeki Türkmenler, Kürtlerin çokluğu sebebiyle ister istemez Kürtleşecektir. Kürt lisanı, feodalizmin lisanıdır. Türkmenler ancak şehirleşerek bu tehlikeden kurtulabilir. Çünkü şehirlerde nüfus açısından bir avantaj vardır. Böylece Türk ahalisi Türklüklerini muhafaza edebilirler. Gökalp, Kürtleşmemenin – Türk kalmanın – yolunu kendine göre gösterirken, Kürtlüğü de bir tehlike olarak görür.

Raporun yanı sıra Gökalp’in konuyla ilgili yazıları da ilgi çekicidir. Kimi zaman kullandığı ifadeler sosyolog kimliğinin haykırışı gibidir: “Kürtleri sevmeyen bir Türk varsa Türk değildir, Türkleri sevmeyen bir Kürt varsa Kürt değildir.

Millet nedir?” sorusuna cevaben, “milletin coğrafi bir zümre olmadığı (hiç kimse mensup olduğu ülkeye bakarak milliyetini tayin edemez), milletin ırk ve kavim mensupluğu olmadığı, bir imparatorluk dâhilinde ortak bir siyasi hayat yaşayanların toplamı olmadığı, yine milletin keyfine ve menfaatine bağlı olarak mensup olduğu herhangi bir cemiyet de olmadığını” vurgular. Sosyoloji ilmi gösteriyor ki (millet) bu bağ terbiyede, kültürde, yani duygularda ortaklıktır. Oysa bilinen yegâne gerçek, bu topraklardaki halkların her zaman duygularını “ötekinin” duygularının önüne koyduğu gerçeğidir. Uluslaşma aşamasında olan çok kültürlü bir toplumun en büyük problemi bu gerçeği görmezden gelmesidir. Bu durumda aynı kaygıların ve aynı duyguların duyumsaması mümkün ol(a)mayacağından eksik bir ulus-devlet süreci yaşanır. Ulus devletleşmeyi tamamlayamamış (ulus devletleşmesi eksik kalmış) toplumlar, zamanla etnik-kültürel zenginliği, yapısal bir sorun olarak görmeye başlar. Soruna tekçi bakan yöneticiler süreci şiddete meyilli bir hale dönüştürür. (Bugün Kürt sorununda bu noktayı kaçırmamak gerekir.) Empati kurmayan toplumların tek tipleştirme projeleri ya kırımla ya da soykırımla sonuçlanmıştır. Dersim halkının kaderi de bundan farklı olmamıştır.

CHP’DEN ISMARLAMA RAPOR

Cumhuriyet yönetimince Dersim ile ilgili hazırlatılan (ısmarlama) rapor, Kütahya Mebusu Naşit Hakkı Uluğ’un ‘Doğudan Bir Mektup, Derebeyi ve Dersim Raporu’dur (25 Temmuz 1925). Bu raporda göze çarpanları sıralamadan önce hemen belirtelim, rapor ilerde gerçekleştirilecek Dersim (Soy)Kırımı’na zemin hazırlar niteliktedir. Kullandığı dil ve önerdiği yöntemler açısından dönemin siyasi otoritesinin olaylara bakışını birebir yansıtmaktadır.

Naşit Hakkı Uluğ’un raporunda, Dersim’deki yapının derebeyi düzeni olduğundan, ağaların ve beylerin halkı adeta bir köle gibi kullandıklarından, yöre insanının ilkçağ hayatı yaşadığından bahisle ağa ve seyitler kan emici olarak nitelendirilir, Dersimli Kızılbaş Kürtler bir sürü olarak görülür, Dersimlilerin inancıyla adeta alay edilir. Dersim’de din bir vicdan işi değildir. Din seyitlerin elinde bir geçim yoludur, zorbalık vasıtasıdır. Din, cennet ve cehennem burada satılır ve dağıtılır. Burada vergisiz ibadet makbul değildir. Adaksız duayı ne tanrı ne de seyit kabul eder. Güya seyitlerin topu birden peygamberin torunudur. ‘Resul evladı’dırlar. Onun için mukaddestirler. Dersim’in önde gelen aşiret ve kanaat önderlerinden olan Seyit Rıza’yı resmederken (raporun ilerleyen kısmında onu hiç görmediğini ancak anlatılanlardan hareket ettiğini anlıyoruz) “gagamsı burunlu bir dağlı, hilekâr, oynak, elastik, politik seyit” diye bahseder. Seyit Rıza’yı aşiretlerin başına musallat olmuş bir ihtiras olarak tanımlar. Ayrıca menfaati için her şeyi yapabilecek tıynette, güvenilmez, cumhuriyeti çekemeyen vs. demekten de geri kalmaz.

Naşit Hakkı Uluğ, Dersim’deki ahlak anlayışından da bihaberdir. ‘Bir kardeşin aldığı karıya diğeri pervasızca sahip olmaktan çekinmez, namus anlayışları bize uymaz. Mala, ırza, hayata kastetmekten çekinmezler, hatta haz duyarlar’ iddiasını öne sürerken, öte taraftan Dersim’in öz Türk olduğunu söyler; ancak hiçbir sağlam dayanak da göstermez. Dersim’i sözüm ona “adam etmek için” önerdiği yöntemler kelimenin tam anlamıyla faşistçe yöntemlerdir. Dersim’in tırnağının sökülmesini, silahlarının ellerinden alınmasını, başlarındaki zorbaların (seyitler ve ağalar) ovalara çekilmesi gerektiğini belirtir.

Not: Yazımızın ikinci bölümünde “Dersim Katliamı” aşağıdaki başlıklar altında sunulacaktır:

  • Dönemin İçişleri Bakanı Şükrü Kaya’nın raporu
  • Sünni Dilden Askeri Raporlar…
  • İsmet İnönü’nün Gözüyle Kürtler (Atatürk’e Sunulan Rapor)
  • Dönemin Ekonomi Bakanı Celal Bayar’ın “Şark Raporu”
Bu yazıya yorum yapamıyorsanızlütfen Facebook hesabınıza giriş yapınız
Paylaş:

Benzer yazılar