BELEDİYE SAVAŞLARI
-ANKARA-
Çoğunluk oyuyla halkın içinden kişilerin kamusal görevlere seçildiği ilk kaydedilmiş halk seçiminin, M.Ö. 754 yılında Sparta vilayetinde Ephorlar tarafından gerçekleştirildiği söylenir. Bu seçimin ana eksenini Sparta Anayasası oluşturur. Sparta’nın anayasası çok katmanlı toplumsal yapısı ve güçlü askeri örgütlenme biçimiyle aynı zamanda da özgün yapısıyla dikkat çekicidir.
Sparta devletinin tüm üyeleri yurttaş olarak değerlendirilmezdi. Sadece askeri eğitimi başarıyla tamamlayanlar yurttaş olma hakkını elde ederdi. Burada iki grup insan olabilirdi: Bunlardan birisi “Trophimoi” olarak adlandırılan davet üzerine gelmiş olan yabancı gençlerdi; diğer bir grup ise “Syntrophoi” olarak adlandırılarak dâhil olanlardı. Eğitimi başarıyla aşanlar “Spartalı” olma hakkına sahip olurdu. Askeri eğitimin başarıyla tamamlayan Spartalı erkek, 20 yaşına basınca tüm haklarına sahip olurdu. Payına düşen tahıl miktarını verdiği ve savaşma kabiliyetini koruyabildiği sürece bu toplumsal statüyü korurdu. Çiftliğinin, topraklarının ve ailesinin bakımını, ihtiyaçlarını da aksatmaması gerekirdi. Bu kişilerin (evli olup olmamalarından bağımsız olarak) 30 yaşına kadar askeri kışlada kalmaları istenirdi. Asker olmayan siviller “Spartalı” kabul edilmezlerdi. Bular tacir, tüccar sınıfını oluşturanlardı.
Sparta’nın devlet yapısı biraz monarşik, biraz oligarşik, az biraz da demokratik unsurları barındırırdı. İki krallı bir yönetim biçimi olması onu benzerlerinden ayırır ancak bunun ikili konsül sisteminin bir benzeri olduğu iddia edilir. İki kraldan kökeni daha eskiye dayananın daha etkili olduğu söylense de kendi başlarına karar alamamaları (örneğin savaş kararı ya da dış siyasette yanlarında Ephor olmadan karar alamamaları) askeri rütbelerinin dışında kralların konumunu simgesel hale dönüştürmüştür.
Yurttaş olarak kabul edilenlerin oyuyla seçilen Ephorlar iki krallı sistemin en demokratik yanları olarak kabul edilir. İki kralla beraber devletin yürütme kısmını oluşturan tamamlayıcı bir etkiye sahiptiler. Gücünü halktan alan Ephorların görev süreleri 1 yıldı ve bir daha seçilme hakları da yoktu.
YEREL YÖNETİMLER / BELEDİYELER
M.Ö. 1500-1000’lerde başlayan site yönetimlerinin Sümerler, Babiller, İbraniler gibi çoğu kavimde görülmesine rağmen Antik Yunan, özellikle de Atina sitesi demokrasiyi en çok yaşamış olan site olmuştur. Antik dönemde, bir bölge veya yerde yaşayan insanların meydana getirdiği, kendi kendini yöneten, en küçük demokratik idari birim olan “site”, Roma İmparatorluğu Dönemi’nde idari özerklikten yararlanan “municipe” ve Antik Yunan’da toplumsal hayatın en gelişmiş teşkilat yapısı olarak kabul gören “polis”; günümüzdeki anlamı ile yerel yönetimlerin ilk örnekleri olarak görülür. Bu birimlerin etkilerini kaybetmeleri sonucunda, kentlerin özgürleşmesinde büyük rolü olan komünlerin oluşması, yerel yönetimlerin önemini artırmıştır. Roma imparatorlarının sitenin sosyal ve siyasal özerkliğini yıkmasıyla bu dönemde ortaya komünler çıkmıştır. Komün yönetimleri, bugünün belediye yönetiminin ilk örneği olarak kabul edilmiş ve komünlerin demokrasinin temel hücreleri olduğu ifade edilmiştir.
Komünlerin parçalı devlet yapılarının yıkılmasıyla (özellikle Avrupa’da) etkinliğini yitirdiği görülür. Zira merkezi yönetimlerin (krallıkların) egemenlik alanlarının etki ve yetki alanlarının varlığı komünlerin bağımsızlıklarının kaybedilmesi anlamına gelmiştir. Bahsi geçen dönem, Orta Çağ’ın bittiği 15’inci yüzyılın ortalarında başlar ve Sanayi Devrimi’nin başladığı 18’inci yüzyılın sonlarına kadar uzanır. Bu dönemde devlet yapısı kente karşı ideolojik üstünlüğü eline geçirmiştir. Bu düşüncenin fikirsel ve ideolojik alt yapısını hazırlayan J.J. Rousseau ve I. Kant gibi devlet sevici düşünürler, yerel yönetimleri ara kurumlar olarak tanımlayıp gereksiz bulsalar da ülke çıkarıyla bireyin çıkarı arasında köprü olabilecek birimlerin her daim gerekli olduğu gerçeği tarihsel bir vakadır.
Tocqueville ve Proudhon gibi Fransız düşünürler “local government” (yerel yönetim) kavramını ilk kullanan ve İngiltere için bir yerel yönetim modeli önerisinde bulunan Bentham’ın düşünceleri hatırı sayılır düşüncelerdir. Bu arada “belediye” terimi ise ilk olarak 1789 tarihli Fransız Kurucu Meclisi’nde kullanılmıştır. 1800’lü yılların sonlarına doğru ise belediyeler sivil toplumun bir parçası olarak faaliyetlerini gerçekleştirmişlerdir.
BELEDİYELER VE İKTİDAR
Bugünün dünyasında ise belediyelere ayrı bir parantez açmak gerekir. Zira yönetimler ile halk arasındaki en kısa mesafe belediyelerden geçer. Gündelik hayata dokunan faaliyetlerin ilk uygulama yeri belediyelerdir. O nedenle merkezi yönetimler halkın dilini yakalamak istiyorsa kesinlikle belediyeler belirleyici bir role sahiptir: Bakınız Paris Belediyesi’ne, Londra Belediyesi’ne, Berlin Belediyesi’ne, Madrid, New York, Tokyo ya da Pekin’deki belediyelere; şunu çok açık bir şekilde görürsünüz ki belediyelerin faaliyetleri iktidarların ömürleriyle eş zamanlıdır. Kentsel alanlarda sunulan kamu hizmetleri yapılış amacı, yapılış maliyeti ve ulaşılan sonuç itibariyle halk tarafından beğeniliyorsa o belediye başkanının mensubu olduğu partinin hanesine de artı puan olarak yazılır. Türkiye’de ilk kurulan belediye İstanbul Belediyesi’dir (1855) ancak hukuki niteliklere sahip gerçek anlamda belediyeciliğin ortaya çıkışı 1930’lara kadar uzanır. Belediyecilik anlamında Avrupa ile aradaki tarihsel mesafe en iyimser hesapla 140 yıldır.
Bütçeleri nüfuslarına göre belirlenen belediyeler ödeneklerini bu tespit üzerinden alırlar. Ancak baskıcı merkezi hükümetler belediyelerin faaliyetlerini istediği gibi kısıtlama yetkisine sahip olduklarını düşünerek hukuku çıkarlarına göre evirebilir, çevirebilir. Güç zehirlenmesinin yarattığı bu durum iktidarların kısa vadede işine gelse de uzun vadede ömrünü azaltıcı etkiye sahiptir. Türkiye’de belediyeler üzerinden yaşanan iktidar savaşları aslında vatandaşı direkt etkileyen ancak vatandaşın iradesi dışında cereyan eden antidemokratik bir süreçtir. Süreç demokrasinin gelişememesinin sonucudur. Liyakatli insanların hak ettikleri mevkilere gelmesi ve halk eksenli düşünce yapısına sahip olması sadece belediyeler özelinde değil, her alanda geçerli olması gereken toplumsal sözleşme niteliğinde olmalıdır. Toplumun farklı düşünen kesimlerinin toplumsal sözleşmenin altına imza atarak kişisel ve örgütsel egolarını toplumsal egoya çevirmesi demokrasinin gelişmesine ve yaşam kalitesinin artmasına katkı sunar. Yazık ki bahsi geçen durumun Türkiye’de yaşanabilme ihtimali kısa vadede pek mümkün gözükmüyor…
TÜRKİYE’DE YEREL YÖNETİMLER
Belediyeler yerel halkın ihtiyaçlarını karşılamanın yanında, demokratik gelişmenin hızlanmasında da önemli kuruluşlar olarak belediye özerkliğinin gelişmesine yardımcı olmuş ve varlıklarını bu şekilde devam ettirmişlerdir. 1900’lü yılların başından 2000’li yıllara değin süregelen tüm 20’nci yüzyıl boyunca, “Belediyeler merkezî yönetimin bir parçası olarak gereklidir” düşüncesi hâkim olmuştur. Ayrıca yerel yönetimlerin altın çağı olarak nitelendirilen bu yüzyılda, yerel birimler artan nüfus karşısında fazlalaşan hizmetleri yerine getirebilmek için yeterli kaynaklara ulaşmaya başlamışlar, yerelde yaşayanlara merkezî yönetimin verdiği hizmetten fazlasını sunabilmişlerdir. Tüm bunların yanında, bu dönemde yerel yönetimleri başlıca üç özelliğin nitelediği görülmektedir:
Hizmet Çoğulculuğu – etkinlik – kentleşme.
“Hizmet çoğulculuğu”; ekonomik, toplumsal ve teknolojik nedenlerle yerel yönetimlerin görev ve sorumluluklarının artışına göndermede bulunmaktadır. “Etkinlik” ise yerel yönetimlerin artan hizmet talepleri karşısında verimliliğini artırmak için değer sistemlerinin, inançların ve kuramların bir yana bırakılarak yerel sorunlara pragmatik bir şekilde çözüm yollarının üretilmesini ifade etmektedir. Son olarak “kentleşme” ise Sanayi Devrimi sonrasında artan kentli nüfusu ve yerel yönetimlerin hızla kentleşmesini ortaya koymaktadır.