TOPLUM 

“BAY ALKOLÜ TAKDİMİMDİR…”

Kendi içmez, içeni kınamaya bayılır/ yüzünden aldatmayla sahtekârlık yayılır/ şarap içmiyor diye kasılıp gezer ama/ yedikleri yanında şarap meze sayılır.” – Ömer Hayyam

Çin’in Jiahu neolitik kentinde testiler üzerinde yapılan kimyasal analizlerde alkol tortularına rastlandı. Bu tortular M.Ö. 7000-6650 yıllarına dayanıyordu ve fermente edilmiş üzüm, alıç, bal ve pirinçle yapılan içkilerin varlığına işaret ediyordu. Alkolün (maya meselesi temel alınırsa) ekmekten önce bulunduğunu söylemek yanlış olmaz. Yarı evcilleştirilmiş mayayla yapıldığı bilinen “ilk mayalı ekmek”, Mısır’a ve M.Ö. 1000 yılına dayanır. Aslında içine maya katmazsanız 8000 yıl öncesine kadar gidebilirsiniz. Alkolün köklü bir tarihe sahip olması onu zamanla sadece içilen bir şey olmaktan çıkararak ilaç pozisyonuna getirmiştir. Hipokrat, suyla karıştırılmış şarabın baş ağrısına, sindirim bozukluklarına, siyatik ağrılarına ve daha pek çok hastalığa karşı kullanılması önerisinde bulunur. İbn-i Sina’nın “Et ye ve şarap iç” şeklinde öneride bulunduğu da bilinir.

Alkolün türlü varyasyonları zamanla çeşitliliğinin artmasına neden olmuştur. Arap Yarımadası alkol sicili açısından makbul bir yere sahiptir. Araplar üzüm, hurma, arpa, buğday, mısır ve baldan içki üretmiş ve kullanmışlardır. Yoksa “Hz. Âdem’in yasak meyveyi Havva’nın verdiği içkinin etkisiyle yediği” iddiası boş bir iddia olsa idi bugüne kadar gelebilir miydi? (Bkz. Taberî, I, 74; Kurtubî, I, 306. İslam Ansiklopedisi) Kitab-ı Mukaddes, üzümden içki yapımını Hz. Nuh dönemine kadar dayandırır. (Tekvîn, 9/20-21) Şampanya ve mantarı keşfedenin Papaz Don Perignon olduğu bilinir. Hıristiyanlık inancında şarabın “İsa’nın kanı” olarak kutsal sayıldığı dinsel törenler yapılmıştır. Batı’da kilisenin kudretli dönemlerinde manastırlar, üzüm bağlarında şarap mahzenleri kurmuştur. Manastırlar hem ayinlerde içmek, hem de kiliseye kazanç sağlamak amacıyla büyük miktarlarda şarap üretmiştir. Musevilikte sarhoş olmamak koşuluyla içki içilmesi, dinsel bir gelenek olmuştur. Tevrat, şarabı “kullanılan en eski ilaç” olarak tanımlamıştır.

Orta Asya’da “kımız”, at sütünün mayalanması ile üretilen bir içkidir ve belli bölgelerde geleneksel olarak halen kullanılır. Mezopotamya’da ise şarap başta olmak üzere biranın da (Sümerler) üretildiği bilinir. Hammurabi Kanunları’nda meyhaneciliği ve içkiyi düzenleyen yasalara rastlanır. Hz. Muhammed; “hantem” (yeşil çömlek), “dübba” (su kabağı), “müzeffet” (ziftle sıvanmış) gibi içki kaplarını yasaklamıştır. (Buhârî, Îmân, 40) Hammurabi Kanunları’nda “zift” bira kabı olarak geçer ve muhtemelen “ziftlenmek” deyiminin kökeni de buralara kadar dayanır. Arapların gözünde Suriye şarap diyarı idi. Irak’ta da içkisiyle tanınmış yerler vardı. İslamiyet öncesi dönemde “hammare”, “hanut” veya “dikke” denilen meyhaneler, işret (içki) meclislerinin kurulduğu ve “kayne” adı verilen şarkıcı cariyelerin ut çalıp şarkı söylediği, dans ettiği mekânlardı.

Mitolojiye göre şarap tanrısı “Dionysos”tur. Dionysos’un tanrılar tanrısı Zeus’un oğlu olduğu söylenir. Eski Atina’da akşam iki ana bölümden oluşurdu: “Deipnon”, yani asıl akşam yemeği ve “symposion”, yani içki partisi. Atinalı doktor olan Mnesitheos; kötü şarap içilmemesi, şarabın tek başına değil fındık ve üzüm eşliğinde tüketilmesi, içki eğer fazla kaçırılırsa içilenlerin çıkartılmadan yatılmaması, eğer kişi gerçekten kötü hissediyorsa duş yapılması, ama durum bu kadar berbat değilse sıcak bir suya daldırılıp çıkarılması önerilerinde bulunur.

Osmanlı’da durum şu minvalde idi. “IV. Murat’ın kendisi hem içki içer hem de bazen afyon kullanırdı. Fakat bunların kamuda kullanılmasına asla izin vermez ve yasağa uymayanları son derece feci şekilde cezalandırırdı.” “II. Abdülhamit veliahtken bazı içkileri ölçülü bir şekilde içer, esrar kullanırdı. II. Beyazıt’ın da gençken içtiği bilinirdi.” (Bkz. İlber Ortaylı, Padişahların Bir Günü) Fatih Sultan Mehmet, II. Selim, II. Beyazıt, III. Mehmet, III. Ahmet (Lale Devri padişahıdır), II. Mahmut, Sultan Abdulmecid’in içki ile olan münasebetleri Halife Abdülmecid Efendi’nin 1920’de kaleme aldığı 35 sayfalık yayınlanmamış risalesinde ayrıntılı bir şekilde zikredilir. (Bkz. Murat Bardakçı, ‘Osmanlı’yı Dedelerimin İçkisi Yıktı’ başlıklı yazısı)

Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ), alkol bağımlısı kişiyi, “uzun süre ve alışılmışın dışında alkol alan, alkole bağlı ruhsal-bedensel-toplumsal sağlığı bozulan, buna karşın durumunu değerlendiremeyen, değerlendirse bile alkol alma isteğini durduramayan, sağaltıma gereksinimi olan bir hastadır” diye tanımlar. Oysa normal kullanımla ilgili olarak herhangi bir önerinin ya da kısıtlamanın gerektiğine dair ifadeye gerek duymaz.

Yaşam tarzına müdahale amacı güden her uygulama (neye yönelik olursa olsun) faşistçedir. Bilimsel düşüncenin ışığında yaşamı kolaylaştıracak her fikir değerlidir ve desteklenmelidir. Alkol yasağını toplumun yararına bir uygulama olarak gösterme çabası tutarsız bir politik kafanın ürünüdür. Günümüz iktidarının alkol yasağını DSÖ’nün açıklamalarına dayandırma çabaları ise trajikomik bir çabadır. Eğer dayandıracaksanız, Maide Suresi 90’ıncı ayete dayandırınız. “Ey iman edenler; içki, kumar, dikili taşlar, fal okları ancak şeytan işi birer pisliktir. Onlardan kaçının ki kurtuluşa eresiniz.” İdeolojik açıdan hem daha dürüst ve hem de daha tutarlı bir tablo çizmiş olursunuz.

Alkol alarak ceketin düğmelerini karıştıran birisinin toplumun ahlakını karıştıracağını düşünmek cumhuriyetin geldiği noktaya ve vatandaşına hakaret sayılmaz mı? Enseyi karartmamalı; ancak Çinlilerin şu sözü de unutmamalı: “Eğer bir ülkede cücelerin gölgeleri uzuyorsa, güneş batıyor demektir.

Not: Yazının başlığı Halit Çapın’ın aynı adlı eserinden…

Bu yazıya yorum yapamıyorsanızlütfen Facebook hesabınıza giriş yapınız
Paylaş:

Benzer yazılar