ÖYKÜ 

NERİMAN DA MUTLU OLMAYI İSTERDİ

Neriman en yakın arkadaşımdı benim. Sapsarı saçları omuzlarına dökülen, yanaklarında gamzesi olan, balıketi, güzeller güzeli, merhametli bir kızdı. Geceleri karanlıktan korktuğu için uyurken lambasını söndüremez, kediden, böcekten, kötü kalpli insanlardan korkar, korktuğunda da çocuk gibi hıçkırarak ağlardı.

Bundan üç sene önce annesini ve babasını trafik kazasında kaybeden iyi yürekli arkadaşım…

Neriman’ı üç sene önce tanıdım ben de. Ağustos ayındaydık. Telefonum çaldı. Arayan amcamdı. “Seher, nasılsın, kızım?” Sesi biraz buruk, biraz çekingen, belli ki bir şeyler var. “Bizim komşular, başın sağ olsun. Kızları Neriman var. Seninle aynı üniversiteyi kazanmış. Kalacak yeri yok. Duydum ki sen de eve çıkacaksın, beraber mi kalsanız? Allah kahretsin, kıza yurt da çıkmadı ki.” Neriman da kimdi? Neyin nesiydi? Ya Çetin ne olacaktı? “Valla amca, nasıl olacak ki? Biliyorsun, ben yalnızlığı severim. Evde yabancı bir kişi ile bence zor.” “Peki, kızım, zorlamayacağım. Neriman için de senin için de hayırlısı olsun.” Ne eşeklik ettim de o telefonu açtım ben? Bütün gece yatakta dön, dolaş. Neriman da Neriman… Bana ne ya elin kızından. Bir yandan öyle diyorum bir yandan da gözüme uyku girmiyor. Annesi babası ölmüş, kimsesi yokmuş, of! Sabahı bekleyemedim. “Amca, korkma bir şey yok. Neriman ile aynı eve çıkarım tabii. Zavallı kıza bir yardımım dokunursa ne mutlu bana.” “Seher, seninle gurur duyuyorum. Baban da çok sevinecek. O da seni Adana’ya tek göndermeye razı değildi zaten.” İçimden amcama bir güzel sövdüm. Amca, ben zaten kaç senedir İstanbullarda hem çalışıyorum hem sınava hazırlanıyorum. Beni İstanbul’a tek gönderen Adana’ya mı gönderemeyecek?

Adanalı sevdiğim Çetin. Onu çok seviyorum. Çok da yakışıklı. Her şeye rağmen bir Adanalı damarı da yok değil. Bazen öyle çok öfke nöbeti geçiriyor ki korkuyorum ondan. Adana’da onunla geçireceğim günleri de düşünüyorum.

Bazen iyi mi ettim üniversiteyi Adana’da okuyacak olmakla, diye çok sorguluyorum kendimi. Ben de zor bir insanım gerçi. Kafam attı mı basar giderim. İstanbul’a da öyle gittim ya. Para pul olmadığından mı sanki? Babama kendimi göstermek istedim. Babamla yıldızım bir türlü de barışmadı. “Baba, benim sana ihtiyacım yok. Malın da mülkün de senin olsun. Gidiyorum.” Bunları babama söylediğimde yirmi beş yaşındaydım. Yaş oldu şimdi yirmi sekiz. Okumanın yaşı yoktu ne de olsa. Zaten okumaya ihtiyacım da yoktu. Annem ve babam ölünce her şey benim olacaktı. Yaptık bir delilik işte. Hooop, Türk dili ve edebiyatı… Neriman bunca ölümün, acının ortasında utanmadan diş hekimliğini kazanmış. Helal olsun kız sana. Bakmayın erkek gibi konuştuğuma, yaşadıklarımı, Neriman’ı sizlere anlatırken acı çekiyorum, öfkeleniyorum da ondan.

Neriman’ı gördüğüm ilk günü unutmuyorum. Elinde valizi, üzerinde hırkası beni bekliyor otogarda. Kız manyak, Adana cayır cayır yanıyor, saf mısın? Çıkar şu hırkayı. Ben kimlerle aynı evde kalacağım Allah’ım. Çıldırmazsam iyi. Tabii, içimden söylüyorum bunları. Siz de beni iyice kaba biri sandınız. “Merhaba, ben Seher. Nasılsın, Neriman? Amcam senden bahsetti. Başın sağ olsun. Beraber atlatacağız zor günleri, dost olacağız.” Tatlı Seher. Minnoş Seher. Bayılıyorum kendime. Neriman kelime kelime konuşuyor. Cümle kurmadı o zaman. Ev tuttuk falan. Ödü kopuyor kötü bir şey olacak diye. On dokuz yaşında daha. Evden çıkmamış, insan görmemiş, anne babası ölünce de kafası iyice gitmiş. Ses etmiyorum, kalbi kırılır diye.

Günlerimiz Neriman’ın sessizliği, benim iyice ana rolüne bürünmemle geçip giderken bir gün Çetin öfkeyle telefonu yüzüme kapattı. “Adana’ya gelecektin, günümüzü gün edecektik. Sen bakıcı oldun. S.kerim böyle işi. Neriman evde de olsa geleceğim. Odamıza geçeriz. O sümsükten çok sıkıldım.” Çetin’i oyalamıştım o güne kadar. Onun evinde takılıyorduk zaten. Ancak o akşam gelmese ipler iyice gerilecekti aramızda. Çetin’in Neriman’ı ilk görüşüydü o akşam. Çok bir şey demeden odamıza geçtik. Sabah uyandığımda Neriman evde yoktu. Hâlbuki seslenmeden, haber etmeden gitmezdi. Akşam da çok geç döndü eve. “Neriman, ne yaptın bu saate kadar? Neden haber vermedin geç kalacağını? Seni merak ettim.” Susuyordu. Kapıdan girmeden sordu: “Çetin evde mi?” Bunun ne önemi vardı ancak belli ki korkmuş ve utanmıştı. Odasına hızlıca girdi, kapıyı kilitledi, uyudu. Lambası hep açık… Sabah Neriman’la yakınlık kurmak adına kahvaltı hazırladım. Sucuklu yumurta, beyaz peynir, reçel ve pişi… Bergamotlu çay demledim, sırf o seviyor diye. “Neriman, gel arkadaşım. Kahvaltı hazır.” Sofraya oturdu. Çayını karıştırırken gözleri pişiye takıldı. Ağlamaya başladı. Allah’ım, sen bana sabır ver. Çocuk avutuyorum resmen. “Bebeğim, ne oldu? Niye ağlıyorsun?” dememle anlatmaya başladı. Anlattıkça anlatıyordu. Sözler, içinde büyümüş kızcağızın. Annesini hatırlamış da, babası da çok severmiş de… “Seher, kimsem yok senden başka. Teşekkür ederim amcana ama en çok sana.” “Kimseye teşekkür etmek zorunda değilsin, Neriman. Kimse zorla yapmadı sana bu iyilikleri. Ben de senden bir şey beklemiyorum. Sen iyi ol, bana yeter. O kadar güzelsin ki… Bak şu aynaya! Gözlerin, kaşların, dudakların, zekân… Kötü günler geride kalsın, lütfen. Ben senin dostun olmaya hazırım, yeter ki sen bana bir adım gel.” Allah’ım, neler diyorum ben? Bir küçücük Seher varmış, annesi onu çok severmiş. Küçük kurbağa, küçük kurbağa, kuyruğun nerede? Ebenin… Seher, kendine gel yavrum. Bugün kalıcı oje yaptıracağım aklıma geldi. Çetin beni en iyi halimle görmeli her zaman.

Sonbahar artık iyice kendini hissettirmeye başlamıştı. Kırmızı yapraklar havada uçuşuyor, yere düşmeden önce başka bir rüzgâr esiyor, yapraklar ağacın gövdesinin olduğu yerden epeyce uzağa düşüyordu. Tıpkı Neriman gibi… Çetin’e her gittiğimde onunla sevişeceğimizi bilmenin heyecanıyla kalbim hızlanırdı. Güzel çocuktu. O gün ojelerimi fark etmedi Çetin. Ben sordum. “Bilmem, hiç profesyonel durmuyor. Buna bir de para mı verdin?” dedi. Şaşırdım, soğudum, yataktan kalktım. “Hop, hop ne oluyor yahu? Fikrimizi de mi söylemeyelim?” “Yok ya, çarşamba günü yapacağım sunum aklıma geldi. Hocamız yaptığımız sunumun hakkını vermemizi istiyor.” Ben bunları söylerken o beni dinlemiyordu. “Seher, senin bu Neriman çok güzel kız. Allah sahibine bağışlasın. Biraz saf sanki. Olsun. Saf olsun. Güzelliği yeter. Sevgilisi ne şanslı.” Çetin’den tiksindiğimi fark ettim. Evden nasıl çıkacağımı bilemedim. Sana ne Neriman’dan, orospu çocuğu? Verdiğim bu tepkiyi çok sonra anlamaya çalıştığımda kıskançlıktan fazlasıydı hissettiğim. Neriman’ı korumak istemiştim içten içe. Çetin’e sonra haddini bildirdim. Açtım ağzımı, tek tek saydım içimdekileri. O günden sonra bir daha da görüşmedim. Bir kere soğudum mu bir insandan, dönüşü yoktu artık. Eve gittiğimde Neriman’ın odasına koştum. Lambalar açıktı. Uyumuştu. Ona kocaman kocaman sarıldım. Ne oluyordu bana? Rol karmaşası yaşıyordum resmen. Arkadaşım mıydı, kızım mıydı Neriman?

O, uyanana kadar makarna yaptım salçalı. Yoğurt, turşu… Mis… Neriman o akşam bir başka güzeldi. Kendine güveni tam, gelip masaya oturdu. “Hayırdır, kız, ne o öyle? Yüzün gülüyor, maşallah.” “Behçet var bizim sınıfta. Uzun zamandır arkadaşız. Bugün yanıma geldi ve bana âşık olduğunu söyledi.” “O, aşk değildir, kızım. Hoşlantıdır, beğenidir, ne bileyim ama aşk değildir.” Onu ilk defa böyle görüyordum. Anlatmak için sırasını bekliyordu. Heyecanını görmek beni mutlu etmişti. Yanakları kızarmıştı. “Yarın beni evine davet etti. Annesine benden bahsetmiş. Annesi beni çok merak etmiş.” “Oha, ilk günden ne anası, ne evi? Aklınca iyi çocuğu mu oynayacak ne? Sana dışarı çıkalım dese zaten işkillenirdin. Çocuk seni çözmüş şimdiden. Ne göz varmış çocukta. Umarım ileride hastalarının dişlerine de öyle bakar. Kokuşmuş ve çürük dişler, sızılı yirmilikler, pis kokan ağızlar, mor dudaklar…” Neriman’ı o gün ilk kez kıskanmıştım. Çetin’le sevişmekten başka bir şey düşünmemiştik. Ne o ne ben bir gün olsun evlilikten, evden, aileden söz etmiştik. Salak mıyım zaten? Evlilik de neyin nesi? Babamdan, anamdan kalacak onca malı elin adamına mı yedirecektim… Sus, dedim kendime. Aptal olduğumu düşündüm. Güçlü olacağım diye kendimi iyice değersizleştirmiştim. O akşam ben huzursuz olup erken uyudum. Sabah olunca kapım çalındı. Neriman giymek için kırmızı çiçekli elbisemi rica etti. Vermek istemedim. Hoşnutsuz bir şekilde, dolapta, dedim. Aklımı ve kalbimi kıskançlık ele geçirmişti. Belli etmemek için uğraşsam da yüzüm gülmüyordu. Elbise çok yakışmıştı. O gün akşamı zor ettim. Sonbaharın son günleri tekrar yaza dönmüştü. Yakıcı bir güneş vardı Adana’da. Neriman eve geldiğinde elinde bir poşet vardı. Behçet’in annesi bana da yemek göndermiş. Beni de iyi insanlar olduklarına ikna etmeye çalışıyorlar belli ki. Anlatsana kız. Nasıl geçti? Ağzımdan tek kelime çıkmıyor. Merak ettiğimi belli etmek istemiyorum. “Seher, çok iyi insanlar.” Eee… Ben de iyiyim, ne olmuş… “Evleri saray gibi. Bir balkonları var, içeri geçip de oturmazsın. Her yerde çiçekler… Mum çiçeği diye bir çiçek gördüm ilk defa.” Kızım, sen saf mısın? Ne çiçeği be? Anasını anlat, Behçet’i anlat. Balkondan bana ne, kızım. “Annem ve benim hep hayalimizdi balkonlu bir evde oturmak. Boyası dökülen, gideri tıkanan, suyu akmayan müstakil evimizde bir gün olsun rahat etmedi annem.” Eee… İçim daraldı valla. Off… Duymak istediğim hiçbir şeyi duyamadım Neriman’dan. Tutturmuş bir balkon, onu söyleyip duruyor. Turunç ağaçları varmış kaldırımda, balkondan uzansan turunç ağacına dokunacakmışsın. Ay, içim şişti. “Ben uyuyorum, Neriman.” Gece tuvalete gitmek için uyandığımda Neriman’ın odasının lambası kapalıydı. Orospuya bak, dedim içimden. Sevindim içten içe. Kıskanıyordum ama seviniyordum da. Daha düne kadar tanımadığım insanı kıskanıyor, onun adına seviniyor, onun adına hayaller kuruyordum.

Çetin’e yapacağımı söylediğim sunumu erteleye erteleye bugüne kadar yapmamıştım. Sağlam bir konu bulamadığımı söyleyip sürekli ertelemiştim sunumumu. Hocam anlayışlı bir insandı, Allah’tan. Ama bu hafta son şansımdı sunum yapmak için. Ne anlatacağımı düşünürken aklıma Neriman’ı anlatmak geldi. Belki sunumun adı Neriman olmazdı Makbule olurdu ama anlatmak istediğim bir kadındı ve o kadın Neriman’dı. Yazıp çizdim, bölümdeki arkadaşlara taslak halini okuttum. Mükemmel olmalıydı sunumum. Neriman’ın hayatına ben de eklemeler yaptım. Acılarla dolu hayatını iyice abartmıştım. Dinleyenler ağlasın istiyordum. Ancak bir son bulamıyordum Neriman’ın hikâyesine. Yarın sunumum vardı ancak etkileyici, edebi bir son bulmalıydım Neriman’ın hayatına. Belki de kendisine sormalıydım. Bak, kızım, dürüst olmak istiyorum sana. Senin zorluklarla geçen hayatını Makbule üzerinden anlatmak istiyorum. Ancak güzel bir son bulamadım. Nasıl yapalım? Bu düşüncelerle eve vardım. Ayıp olmaz mıydı kıza? Not için değer miydi? Arkadaşıma ihanet olmaz mıydı bu? Hayır, bundan Neriman’ın haberi olmamalıydı. Sonuçta anlatılan Makbule’ydi. Adana’da kış mevsimi yeni yeni hissedilir olmuştu. Anahtarı kilide sokarken bir ürperme gelmişti bana. Edebi bir son! Nasıl, nasıl?

İçeri girdiğimde Çetin evdeydi. Odayı ağır bir sigara dumanı kaplamıştı. Neriman odasında lambasını yakmış, hıçkırarak ağlıyordu.

Bu yazıya yorum yapamıyorsanızlütfen Facebook hesabınıza giriş yapınız
Paylaş:

Benzer yazılar