İNSAN BAZI ŞEYLERİ HİSSEDER
-ADANA-
Anlatmak istediğim çok şey var. İnsanı var eden yüreğin ve beynin arasında ruhumun sıkıştığının uzun zamandır farkındayım. Kederimi defalarca ifade edebilmek için yazı masasına oturdum. Ancak mantıklı tek cümle yazamadım. Zihnim öylesine yorgun ki kelimeleri bir araya getiremedim. Aklımı yitirmemek için anlatmak zorundayım. Bugün bir ara Ahmet’e uğradım. Beni anlatabilecek tek kalemin o olabileceğini düşündüm. Anlatabilmesi için önce beni dinlemesi gerekiyordu. Yüreğinden, zihninden bir yerlerden sıvışıp ona ulaşmanın yollarını aradım. Hem yüreğinin hem de zihninin kapıları kapalıydı. Zile defalarca bastım. Ahmet açmadı. Uyuyor olmalıydı. Beni hep kabul etmişti bugüne kadar oysa. Onun için harika bir öykü malzemesiydim ben. Yazdığı kaç öyküsünde ismimi değiştirerek yaşadıklarımı anlattı da sizler fark etmediniz. Hani kahraman ile Mehmet’in biten arkadaşlığını anlattığı bir öyküsü vardı, Mehmet’in arkadaşı bendim ya da yalnız başına evde oturan bir kadını anlattığı öyküsünde de anlattığı kadın bendim. Benim kim olduğumun bir önemi yok. Ahmet bir şiirinde de bu durumu anlattı hatta. “Ben bir erkek, ben bir kadın, ben bir çocuk…/ Kim olduğumun ne önemi var?/ Ben yaşadığımı bilirim.” Daha sonra da uğradım, kapıları açmadı. Aslında Ahmet’in beni tanıdığı kadar ben de Ahmet’i tanıyorum. Onunla ortaokulda tanıştım. İlk şiirini benim sayemde yazdı. İçinde balonların, mutluluğun olduğu bir çocuk şiiriydi. Sonra lisede intihar şiirleri yazdırdım ona. Öğretmenlerinden izin alıp derste yazdığı şiirleri okuyor; öğretmenleri, arkadaşları hayranlıkla tebrik ediyordu Ahmet’i. Aslında edebiyat, şiir Ahmet’in savunma mekanizmasıydı. Yakışıklı, tuttuğunu koparan erkeklerin ya da yetenekli ve güzel kızların yanında fazla silik bir karakter olduğundan kendini ifade edebileceği tek bir yer kalıyordu. O da şiirdi. Bazen Ahmet’e gülüyorum ama o bunu bilmiyor. Liseyi bitirdikten sonra Nobel Edebiyat Ödülü bir gün benim olacak, diye hayaller kurdu. Gerçi ne olduğunu pek bilmese de prestijli bir ödül olduğunun farkındaydı. Sonra bu hayale kendisini öyle çok kaptırdı ki üniversitede yazmaya devam etti. Vasatın altı veya vasat denebilecek yazılar yazarak kendini ifade etmeyi denedi. Yine olmadı. Olduysa da yazdıklarını o beğenmedi. Etrafından yükselen kitap çıkarmalısın klişesine aldırmadı. Zeki çocuk, Allah var. En azından yeterliliklerinin veya yetersizliklerinin farkında. O da bir şey… Ahmet bunları duysa çok üzülür. Fazla duygusal. Ota boka kederlenip kendine dert ediniyor. Bu hayatta her şeyi kontrol edemeyeceğinin farkında değil henüz. Küçük de değil hani aklının başına gelmesi için ama olmuyor. Düşünmekten ölecek o, benden söylemesi. Bilgisayarı yarım bırakılmış öykülerle dolu. Aklını toplayamadı gitti.
Aramızda kalsın, duyduğuma göre bu aralar etrafındaki insanlara kader hakkında nutuk çekiyormuş. İnsanın kaderinin nasıl çizilip ne yöne gideceğini insanın hissedebileceğini söylüyormuş. Bunca yıldır insan olduğumu düşünürüm veyahut başka bir şey, değil hissetmek ne yaşadığımı bir gün olsun anlamadım. Bir tıkırtı geliyor, sessiz olun. Uyandı galiba. İşiyor olmalı, sifona bastı. Ellere su… Kapıya mı yaklaşıyor o? Ahmet, Ahmet, aç kapıyı ulan. Ben geldim. Anlatacaklarım var. Uykusu bölündüyse artık uyumaz. Açsana lan kapıyı. Görür gününü o. Bir daha anlatır mıyım ona sarı saçlı sevgilimle yaşadıklarımı, Mahmut’u, anneme olan sevgimi, geride bıraktığım onca dostluğu, hüzünlü ve kederli komşularımı… Siktir git!
Benim için de sürpriz oldu yazılanlar. Çok acımasızca ve bel altı vurulmuşum. Oysa zaten yaralıyım ben. Okuduklarım beni daha da incitti. Evet, bir zamanlar çocukça hayaller kurup sayfalara bir şeyler yazıyordum ancak bu tutkumdan vazgeçmek istemedim hiçbir zaman. Benim vazgeçtiğim şey kendimi anlatmak oldu. Şimdilerde Veli’yi, Ali’yi, Hayriye’yi anlatmak daha kolay ve ilginç geliyor. İnsanın kaderinin ne yöne gideceğini hisseder, dediğim doğru. Çünkü ben şimdilerde böyle bir dönemeçteyim. Hayat hiç olmadığı kadar beni şaşırtıyor. Sadece ben değil, eminim etrafımdaki insanlar da kaderleri hakkında fikir yürütüyorlardır. Fikir yürütmekten fazlası demek istediğim aslında. İnsan bazen kocaman sarı bir tarlada tek başına yürüyormuş gibi hisseder. Etrafına bakar ama görmez. Etrafını koklar ama koku alamaz. Sadece yürür ve yolun sonunda bu yolu nasıl aştığını hatırlamaz. Yolun başındayken yolun sonunun nereye çıkacağını hisseder ama yol boyunca bilincini kaybetmiştir. İşte bu yüzden de korkar. Benim korktuğum şey aslında geçen zamanın acımasızlığı. Yaşadığım güzel anların elimden kaçıp gideceği korkusu. Aşkların, dostlukların, arkadaşlıkların… Bu korkum yüzünden hayattan bir gün olsun doyasıya tat alamadım ya o da ayrı bir konu. Yüreğimde kocaman bir endişe dağı var. Tırmanmayı göze alabilirsem dağ diye düşündüğüm şeyin bir tepe olduğunu fark edeceğimdir belki.
Bana bir gün hayatımın şekilleneceği yerin ülkenin en büyük sodalı gölünün yer aldığı şehir olacağını söyleselerdi hayretle ürperir, şaşkınlıkla annemin yanına gider, ona anlatırdım her şeyi. Ne çok insan tanıdım, ne çok. Keşke bazılarını böylesine çok yürekten ve derinden sevmeseydim. Keşke benim duygularım hiç olmasaydı mesela. Duvardan farkım olmasaydı.
Uyku hafiften hissettirmeye başladı kendini ama madem dertleşiyoruz, kaç zamandır söylemek istediğim bir diğer şeyse bir sivrisineğin beni ısırmak için kaplan gibi üzerime atıldığını görmek. Mini minnacıktı ama ondan öyle çok korktum ki. Boyuna bakmadan üstüme atlamasına gece boyu şaşırdım. Kanımı emip yaşamak için üstüme fırlaması o sivrisineği gözümde ayrı bir yere koymama neden oldu. Artık ondan korkuyordum. Av misali görülmek canımı yakmıştı. Gözlerim kapanmıyorsa sebebi üstüme atlayıp kanımı emecek olan sivrisineklerden korkmamdır. Uyumak zorundayım ancak. Kader, sivrisinek, o, bu, şu… Lanet olsun. Yazıyı bitirmekten başka çarem yok.
Herkes, bir sivrisinek dahi yaşamak için yollar arıyor bu hayatta. Ve ben bu hüzünlü ve kederli hayatın neresinde yer aldığımı anlamaya çalışıyorum çok uzun zamandır. İnsan kaderinin nereye gideceğini hisseder. Hissetme konularında iyi olduğumu biliyorum ama bu bana zevk değil, nedense acı veriyor. Dilime kadar bir cümle geldi ama yazmayacağım bu bencillikten başka bir şey değil çünkü. Söyleyip kurtulabilsem keşke, acı çekiyorum. Hayır, olmaz.
Ben o sivrisineği öldürdüm bu arada. Daha önce de çok sivrisinek öldürdüm ama bu başkaydı. Hâlâ hatırımda nasıl havalandığı ve saldırdığı. Belki de kaderi bu denli çok düşünmem de o sivrisineğin de etkisi vardır, kim bilir?
Günü geldiğinde hissettiklerinde yanılmayacağını biliyordu.