TOPLUM 

YUSUF

Olimpiyat Oyunları’nın simge pozunu bu kez bizim ülkemizden bir sporcu verdi.

Adı Yusuf Dikeç.

Milli atıcı.

Astsubay başçavuş.

Rakiplerine göre sade aksesuarıyla, rahat duruşuyla dikkat çekti.

Havası cıvası yok.

Şekil mekil peşinde değil.

Kendinden emin.

Kulaklığı bile sade.

Gözlüğü gündelik gözlük.

Pazar kahvaltısı için ekmek almaya giderken olimpiyatlara uğramış gibi” dedi kimileri.

Öyleydi duruşu.

Elini cebine soktu.

Nişan aldı.

İşte o an, olimpiyatlara damga vuran poz ortaya çıktı.

Niye sevildi o poz?

İlhan Selçuk, yıllar önce bir yazısında, olimpik sporcular üzerindeki endüstri baskısını yazmıştı.

Her biri bir markanın reklam yüzü olan ya da bir markanın reklam yüzü olabilmek adına yarışan sporcuların bedenleri normal miydi?

O sporcuların bedenleri, gelecek yıllarda normal kalabilecek miydi?

Bunu sorguluyordu İlhan Selçuk.

Yıllar sonra, bugünün aklıyla bakıyorum spora.

Her şey reklama dayalı.

Sporcular için sportif başarı tek başına sportif başarı değil.

Aynı zamanda medya çağında reklam yüzü olmak demek.

Onun için sporcuların bizden biri olmaması gerekiyor.

Onların adeta birer üstün insan, demir insan olması gerekiyor.

Eşsiz olması gerekiyor.

Taş bebek gibi olması gerekiyor.

Duygunun değil aksiyonun vücut bulduğu üstün insanlar olmaları gerekiyor.

Sağlıklı görünmeleri yetmiyor, ölümsüz gibi görünmeleri gerekiyor.

Günde 8 saat değil, günde 20 saat çalışan, asla pes etmeyen, asla yorulmayan insanlar gibi görünmeleri gerekiyor ki kapitalizm onları reklam yüzü yaptığı şampuandan mücevhere, bilgisayardan cipse kadar her ürünü satabilsin.

Tüm bu üstün insan simgelerinin yanı sıra bazı spor dallarında en iyi aksesuarları kullanması gerekiyor sporcunun.

En iyi ayakkabı.

En iyi gözlük.

En iyi, en iyi, hep en iyi…

Gerekirse robotik de görünsün.

Olimpik sporculara “üstün insan – robotik insan” modeli dayatılırken sokaktaki insanın basit, sıradan, kendi halinde tüm spor faaliyetlerine, hobilerine de el koyar kapitalizm.

Mesela bisiklete mi bineceksin?

Mayosu, şortu, kaskı, dizliği, dirsekliği, matarası, feneri…

Dünyanın her yerinde birbirini taklit eden bisikletçiler çıkar ortaya.

Tenis oynamak istesen aksesuarı var, tenis kursundan daha pahalı.

Dağcılık yapmak istesen aksesuarı, malzemesi başlı başına masraf.

Spor salonunda koşu bandına çıkmak için bile ayakkabıdan şorta, havludan su matarasına kadar masrafa sokar seni kapitalizm.

Giderek her yerde herkes birbirine benzer.

Herkes pahalı aksesuarlar kullanır.

Pahalı araç gereçler alır herkes.

İşte, Yusuf Dikeç’in o duruşu; sporculara “üstün insan”, “demir insan”, “taş insan”, “robotik insan” olmayı dayatan anlayışa bir karşı duruş olarak okundu tüm dünyada.

Evinde oturup Noddle yiyen, hafif kilolu, pek de sportif yetenekleri olmayan, sportif hobilere harcayacak parası olmayan ya da o parayı o şekilde harcamak istemeyen insanlar, Yusuf Dikeç’in sadeliğinde sporun sadeliğini gördü.

Bize gladyatörler, şampiyonlar değil “pazar sabahı ekmek almaya giderken olimpiyatlara katılmış gibi” görünen sade sporcular lazımdı demek ki.

Bu yazıya yorum yapamıyorsanızlütfen Facebook hesabınıza giriş yapınız
Paylaş:

Benzer yazılar