YAŞAM 

YALAN DÜNYA

Kömür sobasının üzerindeki güğüm arada bir tıslar, onun yanındaki ıhlamur dolu çaydanlık fokurdar, soba arada bir harlanır, gür gür ederdi.

Sobanın, güğümün, çaydanlığın sesine duvar saatinin tik takları karışırdı, böyle inceden inceden, geriden geriden.

Ama bunlar birer sesmiş gibi gelmezdi bana. Bunlar adeta odanın sessizliğinin ritmi gibiydi.

Sessizliği bazen, pencere dibindeki somyada oturup bahçeyi izleyen Gelinbacı bozardı.

Ah ah! Yalan dünya!” derdi Gelinbacı.

Bazen de sofra bezinin üzerinde hamur açan annemin sessizliği bozduğu olurdu. O da derin bir nefes alır ve öyle derdi:

Yalan dünya, yalan dünya…

*

Ben, kömür sobasının üzerindeki güğümün, çaydanlığın, duvar saatinin ritmini dinler, bahçedeki kar ışığının somyada oluşturduğu soluk aydınlığa, somyanın önünde oluşturduğu ince karanlığa ve sobanın altındaki metalde oluşturduğu cılız parıltıya bakar, düşünürdüm:

Acaba yalan dünya ne demekti?

*

Kimilerine göre “yalan dünya” demek, metafizikle, inançlarla ilgiliydi. Yani bu dünya gelip geçiciydi, sınav yeriydi, asıl dünya, “öte dünya” dedikleri yerdi, ahiretti.

Kimilerine göre ise dünya gerçekti elbette ama yaşam o kadar hızlı akıp giderdi ki insanlar o hızı, o doymama, o hevesini alamama halini anlatmak için “yalan dünya” derlerdi.

*

Bir gün bir fizik bilimcinin bir teziyle karşılaşınca annemin, Gelinbacı’nın “yalan dünya” demelerindeki maksada kendimce yeni anlamlar yüklemiştim.

Fizik bilimci özetle şöyle diyordu:

Bugün bizim gökyüzüne baktığımızda gördüğümüz yıldızlardan birçoğu çoktan yok olmuş olabilir. Biz onların milyonlarca yıl önceki görüntüsünü görüyoruz sadece.

Ne demekti bu?

Yani aslında yıldız yok orada.

Yıldız çoktan gitmiş ama biz onun görüntüsünü görmeye devam ediyoruz.

İşte, “yalan dünya” dedikleri bu olsa gerekti!

Yıldız mıldız yoktu ama biz yıldız görmeye devam ediyorduk.

Bundan daha büyük “yalan dünya” mı olurdu?

*

Birkaç yıl önce de bilim insanlarının “Aslında ölmek diye bir şey yok; sadece boyut değiştiriyoruz” tezini okumuştum sosyal medyada.

Bu durumda “Dünya yalan, ölüm gerçek” sözü de çürüyordu.

Çünkü dünya da yalandı, ölüm de yalandı.

Hepsi birer yanılsamaydı!

*

Gel zaman git zaman, bu tezlerle, bu sanılarla oyalandım durdum, gezdim dolandım.

Dünya yalan, yıldızlar yalan, zaman zaten yalan…

Eh, ölüm de yokmuş, boyut değiştiriyormuşuz diye avundum durdum.

*

Fakat son birkaç yıldır, özellikle bu yıl, medya üzerine düşündükçe, bizim ihtiyarların, “Ah yalan dünya” derken aslında başka şeyleri kastediyor olabileceklerine inandım.

Filmi başa sardım.

Dünya var mıydı, gerçek miydi?

Vardı, gerçekti.

Yıldızlar?

Sönmüş mönmüş, bize sadece görüntüsü kalmış ama olsun yıldızlar da vardı, gerçekti.

Zaman?

Hareket olduğuna göre zaman da vardı.

Ölüm?

Canlılık varsa, canlılığın sona ermesi de vardı, gerçekti.

*

Peki, insanın gördüğü her şey gerçek miydi?

Dağa, taşa, ormana, dereye, denize sözümüz yok da…

İnsanın toplumsal yaşam içinde gördüğü, duyduğu her şey gerçek miydi?

Yoksa insan kendisine yalanlarla örülmüş bir koza yapıp onun içinde yaşayan bir varlık mıydı?

İnsan belki de dünyaya gelir gelmez yalanlar üreten, sonra o yalanlara göre hayatını şekillendiren acayip bir varlıktı.

Bunu da herkes bilirdi de herkesin inandığı yalanlar silsilesini bozmaya kimse cesaret edemezdi.

Belki de onun için “Ah yalan dünya ah” derlerdi, gerçekliği ta derinlerinde hissederek.

*

Mesela orman yangınları gerçek.

Bir haftadır, on gündür yaşananlar gerçek.

Ama devlete, medyaya, toplumun belli bir kesimine kalırsa çoğu yalan, azı gerçek.

Bir gün bir bakmışsın yangın da yok!

Yangın yalan!

Talan yalan!

Kaos yalan!

Oraların hiç yanmamış olması, evlere ateş düşmemiş olması tek gerçek!

*

Evet, galiba böyle insanlık.

Yalanlardan bir koza örüyoruz, onun içine giriyoruz.

O kozanın dışına çıkamıyoruz.

Biliyoruz ama anlatamıyoruz.

Ah yalan dünya ah” diyoruz.

Bu yazıya yorum yapamıyorsanızlütfen Facebook hesabınıza giriş yapınız
Paylaş:

Benzer yazılar