BİR YILBAŞI DÜŞÜ
-MERSİN-
Briket duvarla çevrilmiş bahçenin tam ortasında, dalları dört yana adeta bir çadır gibi açılmış akasya ağacı var.
Akasyanın bir yanında dört sıra kavak ağacı…
Bir yanında küçük kömürlük…
Karşısında kiremit damlı, toprak sıvalı iki göz bir ev…
Kar yağıyor.
Bahçe bembeyaz.
Akasyanın ve kavakların dalları kar yüklü, bembeyaz.
İki göz evin bir gözü karanlık, soğuk oda orası…
Orada soba yanmaz.
Hep soğuktur.
Tavanındaki ahşabında kışları buz olur.
Evin bir gözünden cılız bir sarı ışık vuruyor bahçeye.
Pencerenin hizasında yerdeki kar sarımtırak.
Pencereyi geçince beyaz…
Daha ilerde, evin yan tarafında, baharın bostan ekilen yerde beyaza çalan bir karanlık.
Kavakların yanından geçerken gökyüzüne bakıyorum.
Kavaklar karanlık göğe uzanıyor.
İki gözlü evin bacasından nazlı nazlı kömür dumanı yükseliyor.
Ben sanıyorum ki bu göğü böyle karanlık eden bu kömür dumanıdır.
Yazın çünkü kömür yanmıyor ve kavakların altında durup göğe baktığımda masmavi bir boşluk görüyorum, akşam sekizde bile.
Ama kömür yaktığımız günler, akşam beş deyince kararıyor gökyüzü.
Sofanın kapısını açıyor babam.
Cılız bir sarı ışık var sofada da.
Sofa soğuk.
Karları silkeliyor babam omzundan.
Ben de silkeliyorum kafamda biriken karı.
O ana dek elimde tuttuğum kepek elma ve portakal dolu naylon torbayı yere bırakmıyorum hiç.
Meyveyi ben götüreceğim odaya.
Bizimkiler “Aaa, sen mi getirdin?” diyecekler.
Mehmet Abim mahalleden arkadaşlarıyla kömür çekmeye gitmişti de bir ağustos günü, ilk yevmiyesi ile biraz üzüm, biraz armut alıp eve gelmişti.
Annem alkışlamıştı.
Mehmet Abim bıyığının altından gülümsemişti kömür tozu bulaşmış ayakkabılarını çıkarırken.
Ben de öyle gülümseyeceğim işte.
Odaya giriyorum.
Kimse oralı olmuyor.
Bozuluyorum ama hemen dağılıyor aklım.
Kuzine sobanın ısısı vuruyor yüzüme.
Culuk kokusunu duyuyorum.
“Okulda sorarlarsa hindi diyeceğim ama evde bahsederken culuk diyeceğim” demiştim ablam Esra’ya.
Bizim culuk dediğimize hindi diyorlar çünkü okul kitaplarında.
Aslında tüm okul, Alpaslan İlkokulunun tüm öğrencileri; Alibabalılar, Gökçebostanlılar, İnönüler, Akdeğirmenliler, Kılavuzlular hepimiz culuk diyoruz ama kitapta hindi yazıyor diye…
Hindi diyoruz.
Sofra kurulmuş.
Annem culuğu didiklemiş.
Herkesin tabağına et koymuş.
Kardeşlerim, Pamuk Halam, onun çocukları.
Babamla ben de girince bizim payımızı da sofraya getiriyor annem.
Mandalina, portakal, kepek elma, yerfıstığı kokusu yayılıyor odaya birkaç dakika sonra.
Sobada kaynayan çayı demliyor babam.
Siyah beyaz televizyona bakıyoruz.
Şarkılar.
Türküler.
“Dansöz kaçta çıkacak?” diye soranlar oluyor çocuklardan.
Daha varmış televizyonda dansözün çıkmasına.
Bekliyorum.
Saatler geçmiyor.
Uykum geliyor.
O gece dansözü göremeden uyuyorum.
Sonraki yıllarda hiç merak etmedim dansözü.
Hâlâ da merak etmem.
Zaten binlerce dansöz var!