BİR ENKAZDAN BİR ENKAZA
-MERSİN-
İpek gibi saçlarını iki bölüklü taramışlar.
İki küçük topuz başının iki yanında, iki pembe tokayla.
Ayakları çıplak.
Ayakları güçsüz gibi, boşlukta sallanır gibi.
Çiçekli pijaması dizlerine kadar sıyrılmış.
Yüzünü göremiyoruz, babasının göğsüne dayalı.
Kolları güçsüz mü, yoksa bol mu gelmiş kabanı?
Bir yıkımdan kurtulup bir yıkıma ilk adımlarını atan Ayda’nın ve babasının fotoğrafıdır anlattığım.
Yıkımın fotoğrafıdır.
Depremin fotoğrafıdır.
“Mucize bebek” dediler Ayda’ya…
“Deprem sonrası yıkılan evin enkazından 91 saat sonra kurtulan mucize bebek” dediler.
İnandık bir an mucizelere.
Yetim ve öksüz çocuklar da inanır mı mucizelere?
Kaza kurşunuyla değil, trafik kazasıyla değil, düşman pususuyla, düşman bombardımanıyla değil, hastane odalarında kolunda iğnelerle sürünerek değil, rahat yatağında eceliyle ölmek hiç değil; depremde ölmek bu.
Ölümlerin en kalleşi.
En güvendiğin yerde, evinde, çocuğun yan odadayken ölmek…
Ölmeden önce onun sesini duymak…
Ağlamasını, anne demesini, baba demesini, acıyor demesini duymak, gidememek, elini tutamamak, o acıyla ölmek…
Mucize bunun neresinde?
Aynı yerden, aynı şiddette gelen bir deprem, aynı mahallede bir evi yıkar, bir evi yıkmaz.
Mucize bunun neresinde?
Ayda Bebek ve daha nice deprem yetimleri, öksüzleri…
Onlar, beton ve demir uygarlığının inşaat tanrısına verdiği kurbanlar gibi.
Bugün onlar, yarın belki siz, belki biz…
Obur inşaat tanrısı doysun diye, enkaz altında ölürüz, kim bilir?
Oturup inşaat ekonomisi üzerine, kârlılık üzerine, depremin yıkabildiği binalar ile yıkamadığı binalar üzerine uzun uzun yazmayacağım bugün.
Sistemdi, piyasaydı, kapitalizmdi, sermayeydi, teknikti, şuydu buydu diye laf kalabalığı etmeyeceğim.
“İlkokul mezunu bile müteahhit oluyor, onun için depremlerde çok can kaybı oluyor” diyen sığ görüşlüler var, 1999’dan beri hep aynı nakaratla yaşarlar.
Onlara, bu sistemin, bu para hırsının, bu demir ve beton uygarlığının üniversite mezunu inşaat mühendisinden üniversite mezunu belediye başkanına, üniversite mezunu şirket sahibinden üniversite mezunu mimara kadar herkesi kara cahil, paragöz insanlar mertebesinde eşitlediğini anlatmaya da çalışmayacağım.
Sadece bir fotoğraf anlatacağım.
“İpek gibi saçlarını iki bölüklü taramışlar. İki küçük topuz başının iki yanında, iki pembe tokayla. Ayakları çıplak. Ayakları güçsüz gibi, boşlukta sallanır gibi. Çiçekli pijaması dizlerine kadar sıyrılmış. Yüzünü göremiyoruz, babasının göğsüne dayalı. Kolları güçsüz mü, yoksa bol mu gelmiş kabanı?”
Hastaneden çıkıyor Ayda Bebek.
Flaşlar, alkışlar, siyasi mesajlar, insani mesajlar arasında bir enkazdan çıkarılanlar…
Bir başka enkaza, annesiz bir yaşam enkazına, babasının göğsünde, sessizce giriyor.
Mucize bunun neresinde?