AŞURE
-MERSİN-
Çocukluğumun geçtiği Sivas’ın Alibaba Mahallesi’nden aklımda kalan en güzel anıların başında aşure günleri gelir.
O zamanlar Alibaba, Gökçebostan ve Kolej mahallelerinde neredeyse her hanede aşure kaynatılırdı.
Herkes farklı günde yaptığı için şöyle böyle bir hafta boyunca evlerden aşure eksik olmazdı.
Aşure o zamanlar tabakta dağıtılmazdı.
Aşure kaynatan kadınlar, aşureyi bir kovaya doldurur, ellerine de bir kepçe alıp dağıtıma çıkardı.
Aşure dağıtan kadınlar, genelde her evin kapısı açık olduğu için bahçeye girer, evin kapısında kepçe ile kovaya vurur, “Komşu” diye seslenirdi.
Ev sahibi kapıya gelince aşure dağıtan kadın “Bir kap ver, canım” derdi.
Kabı ev sahibi seçerdi.
Bazen ufak tas, bazen büyük tas, bazen bir tencere…
Ev sahibi, hane halkının sayısına göre kendisi seçerdi kabı.
Aşureyi dağıtan, kabın büyüklüğünü, vereceği aşurenin miktarını belirlemezdi yani.
Herkes ihtiyacı kadar alırdı.
Yiyebileceği kadar alırdı.
Ben bazen utanırdım, küçük kap verirdim aşure dağıtanlara.
İşte o zaman “Büyük bir kap ver, canım,” derlerdi, “siz kalabalıksınız”.
Annem de bizim aşureyi kovaya doldurur, elde kepçe kapı kapı gezerek, “Bir kap getir, canım” diyerek dağıtırdı.
Ablamlar dağıtacaksa tembihlerdi “Falancaya bol ver” diye.
Şimdilerde aşurenin ikram edileceği kabı aşureyi dağıtanlar belirliyor.
Böyle avuç içi kadar kaplar.
“Ben sana bu kadarını uygun gördüm” der gibi.
Doyar mı, doymaz mı?
Ev halkı kalabalık mı, değil mi?
Oysa ne güzeldi çocukluğumun Sivas’ında.
“Bir kap getir, canım” derlerdi.
Kabı sen seçerdin.
Dolardı kocaman kaplara sıcak, buharı üzerinde aşure.
Bir de o zamanlar Sivas’ta büyükler küçüklere, yetişkinler yaşıtlarına “Canım” diye seslenirlerdi.
Ne güzeldi…