ANLAT BİRAZ

-MERSİN-
Kimse hikâye okumuyor artık.
Ama herkes herkese hikâye anlatıyor.
Cahit Külebi, ‘Hikâye’ şiirinde ne diyordu?
“Sen de anlat doğduğun yerleri/ anlat biraz.”
Ne anlatayım?
Ne vakit bana, “Biraz kendinden söz et” deseler susarım.
Sözcükler biter.
Cümleler kırılır.
Hikâyeme nereden başlasam; serimi nasıl yapsam, düğümü nasıl atsam, çözümü nasıl yapsam, bilemem.
Susar kalırım.
Yüzüme bakarlar.
“Anlatsana” derler.
Susarım.
Ne anlatayım?
* * *
O anlarda Atıf Yılmaz’ın yönettiği, Sadri Alışık ve Ayla Algan’ın oynadığı, bir film gelir aklıma:
‘Ah Güzel İstanbul’
Sadri Alışık, güngörmüş, batmış çıkmış, yine batmış, dibe vurmuş bir erkek.
Ayla Algan, artist olmak hayaliyle İstanbul’a gelmiş coşkulu, heyecanlı, acemi bir genç kadın.
Soğuk bir kış günü tanışırlar.
Sohbet muhabbet derken Sadri Alışık’ın virane hanesine giderler.
Ayla Algan şöyle der:
“Ne çok hırtın pırtın varmış, ayol. Bizim oralarda bir dükkân vardı böyle. Yangınlardan kalmış eski eşyaları satardı.”
Sadri Alışık, sobaya odun atarken sigarasını ağzında yanlayarak şöyle der:
“Bizim hayatımız da koskocaman bir yangındı zaten…”
* * *
“Anlatsana” derler…
Nereden başlasam, nasıl anlatsam bilemem.
Sadri Alışık’ın dediği gibi, “Bizim hayatımız da koskocaman bir yangındı zaten” diyesim gelir.
Diyemem.
İnsan, öyküsünü anlatmaya bazen sondan başlar, bazen en baştan.
Çocukluktan.
Babamla sohbet ettiğimiz zaman, onun en çok çocukluk zamanlarını anlatmayı sevdiğini anlamıştım zamanla.
“Anlat, baba” derdim.
Dalardı.
Gülümserdi.
Sonra şöyle derdi:
“Ne anlatayım?”
Ben bilirdim, ne anlatayım diye soruyorsa babam, peşinden çocukluğundan, ilk gençliğinden anılar gelir.
Gürün, Kangal, Ulaş, Maraş, Sivas Alibaba…
Köyler, mahalleler, caddeler, isimler, olaylar, olaylar, olaylar…
Dinlerim.
Babam susar.
“Anlatsana, baba” derim.
Babam güler:
“Ne anlatayım?”
Bilirim, herkes gibi, babamın da çok anlatacağı vardır; ama insan bilemez hikâyesine nereden başlayacağını.
Bilirim, hayatı kocaman bir yangın gibi geçmişlerin, anlatacağı çok şey vardır da anlattığı az şey vardır.
* * *
Kimse hikâye okumuyor artık.
Ama herkes herkese hikâye anlatıyor.
Bendeniz de mesela şu an sizlere bir hikâye anlattım.
Hem de Sait Faik’in dediği gibi:
“Ben aslında hikâye nasıl yazılır, onu da bilmem!”
* * *
“Anlat biraz” derler.
“Ne anlatayım?” dersin.
Hem bizim hayatımız da koskocaman bir yangındı zaten!